Etem Utku (Doç. Dr.)

Cüzzamlıların Babası Etem Utku

Prof.Dr.A.Gürhan Fişek

“Cüzzamla savaşta, sadece tıbbi tedavi ile değil, hayata küsen insanlara yaşama sevincini yeniden kazandırmakla zafere ulaşılır. ”

Mahatma GANDI

Doktor Utku, Türkiye’deki Cüzzamlıların Babasıdır.

(Prof.Dr.Gay Prieto, Dünya Sağlık Örgütü Eksperi, 1961)

* Bu yazının oluşmasında katkılarından ötürü teşekkürlerimiz,(soyadı sırasına göre), Prof.Dr.Yaşar Bilge, Prof.Dr.Siber Göksel, Prof.Dr.Nihal Kundakçı, Prof.Dr.Baskın Oran, Prof.Dr.Nihat Özyardımcı, Prof.Dr.Ahmet Saltık, Dr.Mustafa Sütlaş, Prof.Dr.Yıldız Tümerdem’e, Prof.Dr.Ayşe Yüksel’e.

** NOT : Yapılan bazı aktarmalar, güzel Türkçemiz ile söylenmiştir.

 01

Prieto, onun “cüzzamlıların babası” olarak niteliyor; ama, yazılarında görüyoruz ki, Doç.Dr.Etem Utku, onları “kardeşlerim” diye anıyor. Bu yaşamını bir davaya adamanın kanıtı değil de nedir ? Ama bu satırları okudukça göreceğiz ki, Etem Utku, topluma karşı sorumluluğunu canla başla yerine getirmenin daha bir çok kanıtını vermiş. Sözgelimi, 1961 yılında yayınladığı “Lepra ve Modern Anlamı” kitabını, hiç bir telif ücreti beklemeksizin, kurucusu ve başkanı olduğu, “Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği”ne armağan etmiştir. O tarihlerde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin dekanı olan Prof.Dr.Behiç Onul, kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor : “Büyük bir emek ve özellikle kuvvetli bir ülkü ürünü olan bu satırlar, Türk hekiminin bu alandaki savsaklamasını ve çaresizliğini yok edecek gerçekleri sıralıyor. Doçent Dr.Ethem Utku’ya lepra savaşı için uğraşmalarından ve Türk kütüphanesine armağan ettiği bu değerli yapıttan dolayı, ne kadar teşekkür edilse azdır.” (1)

İnsanlık, tarihi boyunca, cüzzamdan korktuğu kadar başka hiçbir şeyden korkmamıştır. Cüzzam, tarih boyunca insanlığın en büyük düşmanı olarak görülmüş; cüzzamlılar yüzyıllar boyunca lanetlenmiş; toplumdan kovulmuş yine insanlık tarihinde, hiç bir millet, hiç bir insan hatta hiç bir yaratık cüzzamlıların çektiği kadar çile ve eziyet çekmemiştir.” (2) Günümüzde hastalığın muayene yöntemleri basit, tanısı çok kolaydır. Hatta hekim olmayan sağlıkçılar tarafından da kolayca tanı konulabilmektedir. Yeter ki, kuşkulanılsın ve araştırılsın. İlacı, 1941 yılında bulunmuştur; tedavisi vardır ve kesindir. “Bu kesin bilgilerin ışığında, hala eski çağlardan kalma, efsaneleşmiş korku ve fanatik bu şartlanma ile cüzzamlılara karşı çağdışı davranışları sürdürmek kuşkusuz bir insanlık suçudur. İşte dava budur, savaş budur ve bu savaşta ilk bayrağı açan Dr.Etem Utku olmuştur.” (2)

02

Dr.Etem Utku, 1912 yılında Eskişehir’de doğmuş; babasının da Çanakkale gazisi bir binbaşı olmasının etkisiyle askeri tıbbiyede okumuş ve 1942 yılında Tabip Teğmen rütbesiyle, Elazığ Asker Hastanesi’nde İnfeksiyon Hastalıkları Uzmanı olarak göreve başlamıştır. Bu tarihten bir yıl önce (1941’de), daha önce İstanbul Lepra Hastanesi’nin kurulması için çaba gösteren Dr.Mazhar Osman’ın çabalarıyla, Elazığ’da Cüzzam Hastanesi açılmıştı. Utku’nun cüzzam ile ve cüzzamlı hastalarla ilk tanışması bu dönemde olmuştur. “Bir gün ziyaretine gittiği Cüzzam Hastanesi Başhekimiyle hastaneyi dolaşırken, cüzzamlıları görmüş; onlara yapılan insanlık dışı, çirkin ve fena davranışlardan, yaşadıkları ortamın kötülüğünden fazlasıyla etkilenmiş ve cüzzamlılara yardım edeceğine söz vermiştir.” (2)

03

Askeri tıbbiyeden sınıf arkadaşı Prof.Dr.Hüsnü A.Göksel, onun bu dönemini şöyle anımsıyor : “Elazığ … Bu onun Ankara’nın doğusuna ilk geçişiydi. Bir burukluk vardı içinde. Bu gurbet elde tek tesellisi kemanıydı. Çocukluğundan beri keman çalardı. Galatasaray Orkestrası’nda çalmıştı. Bizim okul sıralarında bulunduğumuz zamanlarda çok seyrek olan klasik müzik konserlerini hiç kaçırmazdı. Her sıkıldığı zaman, kemanına sarılırdı. Kemanını koltuğunun altına aldı, gitti Elazığ’a. İşte ne olduysa orada oldu. Etem, Elazığ Cüzzam Hastanesi’ne yanlızca merak edip ziyaret için gitmişti. O gidiş, binlerce insanın bakışını değiştirdi. Etem, uykusuz geceler, huzursuz günler geçirdi. O insanları düşünüyordu; toplumun içinden fırlattığı, tel örgülerin arkasına hapsettiği, ve yalnız ölümü istenen insanları. … O günden sonra Etem’in keman çaldığını gören olmamıştır. Çocukluk yaşından beri edindiği keman tekniğini bağlamanın kalıbına döktü, çaldı çaldı.

Bağlamanın düğümü

İsterler öldüğümü

Sağ yanım yastık ister

Sol yanım sevdiğimi.

O artık kendi kendini keşfetmiş olmanın mutluluğu içinde idi. … Üç yıl sonra … Döndüğümü haber almış, bir akşam üzeri geldi. Gece yarısına kadar cüzzam davasını anlattı. … Etem konuşurken gittikçe büyüyordu. Birden onun, insan ile üstün insan arasındaki sınırı aşmış olduğunu farkettim.“ (4)

Dr.Etem Utku, Elazığ’dan sonra, Ankara’da Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde Araştırma Şube Şefi olarak görev yapmıştır. Buradaki çalışmaları, onun Dünya Sağlık Örgütü’nün etkinliklerine katılmasına; uluslararası toplantılarda tanınmış cüzzam savaşçılarıyla tanışmasına olanak vermiştir. Bunlar arasında, Dr.Gay Prieto, Avukat Raola Folleraeau (Kutu No.3) ve M.Falero en önemlileridir. Önünde açılan yeni ufuklar onu üniversite öğretim üyeliğine ve Ankara Üniversitesi’nde cüzzam çalışmalarını başlatmaya yöneltmiştir.

04

Doç.Dr.Etem Utku, gerek savunduğu ülküler ve gerekse anlatımı ile öğrencilerini çok etkileyen bir öğretim üyesiydi (Kutu No.2). “İntaniye bölümünde 7 yatağı vardı. Cüzzam hastalarıyla olduğu gibi, bizlerle de güzel güzel konuşurdu. Öğrencilerinden Dr.Nihat Özyardımcı (daha sonra göğüs hastalıkları profesörü), mezuniyetinden sonra Van-Başkale ilçesine hükümet tabibi olarak atanmış ve cüzzam çalışmalarını orada yürütmeye başlamıştı. Utku, Başkale’ye giderek onunla birlikte cüzzam taramalarına katılmıştı. “Başkale’de Cüzzam Savaş Derneği’nin bir şubesini kurmuştum. 28 cüzzam olgusu saptadık; dernekten sağlanan ilaçlarla tedaviye geçtik. Yöre ileri gelenleri ile toplantılar yaptık. Yöre ileri gelenleri, bu iletişimden ve çalışmalardan çok memnundu ve cüzzam hastanesi kurma önerisi getirmişlerdi. “Doktorumuz (Dr.N.Özyardımcı) yirmi yıl burada kalacağına söz versin, hastahaneyi hemen kuralım” demişlerdi. Etem hocam bana baktı; boynumu büktüm. Askere gideceğim, ihtisas yapacağım, nasıl kalayım hocam dedim. Ne yazık ki, cüzzam hastanesi de kurulamadı. Zaten ben askerlik için Başkale’den ayrıldıktan bir kaç gün sonra, Etem hocam da, Başkale yakınlarında bir trafik kazasında yaşamını kaybetti. Hocamla çalışmalarımı sürdürmeyi çok isterdim.” (3)

Ondan etkilenen öğrencilerinden bir başkası da, Dr.Yıldız Tümerdem’di (daha sonra çocuk sağlığı ve halk sağlığı profesörü). Hocasının ardından Yozgat’ta alan çalışmalarına ve sağlık taramalarına katılmıştı. (Kutu No.1)

Utku, cüzzam savaşının temel ilkesinin ortak, ancak uygulama ilkelerinin ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini belirtmektedir. Çünkü cüzzamla mücadelenin uygulama ilkeleri, ülkelerin coğrafik durumu, iklimi, demografik şartları, ulaştırma durumuna göre farklılık gösterir. Lepra’yı halk sağlığını ilgilendiren bir konu olarak gördüğünden, bu mücadelenin en başta Sağlık Bakanlığı’nı ilgilendirdiğini ancak, üniversitelerin ve cüzzamla savaş derneği gibi gönüllü kuruluşların katkısının da, savaşın çabuk ve kolay kazanılmasında önemli olduğunu belirtmektedir. Bir ülkede cüzzamla savaşının, bu işe gönül veren yetkinleşmiş elemanlarla yapılırsa ve bu elemanlar maddi ve manevi yönden tatmin edilirse, zafere ulaşacağını yazmaktadır. (1)

Onun mücadele modelinde, cüzzamla savaş derneğinin yeri büyüktür. Mücadeleye önderlik edecek, devlete yardımcı olacak, araştırma yapacak ve yapanları destekleyecektir. Yine bu mücadele yararlanılacak önemli kurumlardan biri olarak da, üniversitelerde kurulacak olan “Cüzzam Eğitim ve Araştırma Enstitüsü”nü görmektedir. Bu alan artık bir çok tıp alanı gibi bir “ihtisas” (yetkinleşme alanı) olmuştur. Bu Enstitü, hasta yatakları, öğrenciler için eğitim materyalleri ve eğitim-araştırma laboratuvarları (bakteriyoloji, patoloji, farmakoloji) ile güçlendirilmelidir. (1) Kendi etki alanına giren bu iki konuda, oluşumları tamamlamıştır. Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği’ni kurmuş (27 Haziran 1957) ve başkanlığını yürütmüştür. Dernek, eşi Dilruba hanımın muayenehanesinde çalışmalarına başlamıştır. “Dernek, Türkiye’nin bir çok yerinde dispanserler açıyor ve oraya gidecek doktorlar özel kurslarda yetiştiriliyorlar; giden doktorlara dernekten özel tahsisat temin ediliyor; fakültedeki tıp talebeleri cüzzam hakkında staj görüyorlardı.” (5) Eşi Dilruba Utku (1917-2004) bir kadın doğum uzmanıydı; çalışmalarında ona çok destek olmuştu. Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği, onun muayenehanesinde çalışmalarına başlamıştı. Dilruba Utku, derneğin kadınlar kolunu kurmuş ve toplumda bir ilgi odağı yaratmış; gönüllüler toplamıştı. Dr.Etem Utku, daha sonra görev yaptığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde de Lepra Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nü (1962) kurup, kendi görkemli binasında faaliyete geçirmiştir. Enstitü’nün açılışına Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in katılması, onlarla konuşması, birlikte yemek yemesi, bir kaç yıl öncesine kadar dışlanan, hırpalanan cüzzamlılar ve ülkemizdeki cüzzam savaşının gelişimi açısından çok büyük bir katkı yapmıştır.

05

Ulusal düzeydeki bu yapıların destekleyeceği ve sosyal devletin asıl yapması gereken ise, ülke çapında gerçekleştirilecek olan dispanserler, lepra köyleri, sanatoryumlar ve hastaneler, prevantoryumlar ve düşkünler evidir. Bunun için de Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırmış ve 10 yıllık bir gelişme planı hazırlamıştır. Bu planın, birinci yılında, şu adımların atılması gerektiği belirtilmektedir (1) :

  • Ankara Lepra Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nün kurulması,

  • 6 Dispanser : Kars, Ağrı, Van, Erzurum, Muş, Maraş

  • Dispanserlere bağlı 6 seyyar ekip (aynı illerde)

  • 6 hastanede lepra yatakları (aynı illerde).

Lepra Araştırma ve Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasında, SSYB ve WHO’nun katkıları olmuştur. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile 1962 yılında imzalanan protokol ile Ankara Cüzzam Savaş Dispanseri’ne ayrılan yerler ile dispanser hizmetleri de aynı binada verilmeye başlanılmıştır. Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı olarak çalışan Cüzzam Savaş Dispanseri, Sağlık Bakanlığı’na bağlı çalışan hekim, hemşire, memur ve hizmetli kadrosu ile hizmet verilmiştir. Bunun gibi ülkenin, özellikle risk altındaki çeşitli illerinde dispanserler kurularak cüzzam savaşı yürütülmüştür.

Türkiye’de cüzzam hastalarının başvurabileceği üç hastane kurulmuştur :

  • Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde Cüzzam Hastanesi (265 yatak, Sağlık Bakanlığı)

  • Tıp Fakültesi Lepra Enstitüsü (35 yatak, Ankara Üniversitesi)

  • Bakırköy Cüzzam Pavyonu (50 yatak, İstanbul Cüzzam Savaş Derneği, İstanbul Üniversitesi Lepra Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı) ve sonra İstanbul Lepra Hastanesi.

Buna karşın Etem Utku’nun hayal ettiği plan çerçevesinde, bir örgütlenme kurulamamıştır. Bunun sonucu, tamamen ortadan kaldırılmasını beklediği cüzzam, istatistiklere de yansıdığı gibi varlığını azalarak sürdürmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünyada her yıl yaklaşık 500.000 yeni Lepra vakası tedaviye alınmaktadır. Lepraya bağlı olarak çeşitli sekel ve sakatlıklar bırakabilen komplikasyonlar gelişmektedir. Ancak etkin tanı ve tedavi yöntemleri sayesinde, günümüzde Lepraya bağlı ağır sekeller önlenebilmektedir.

06

Ülkemizde kayıtlı Lepralı hasta sayısı kümülatif olarak yaklaşık 2200 civarındadır. Son yıllarda yapılan taramalarda yeni tespit edilen hasta sayısında azalma görülmektedir., (ortalama 1-5 vaka). (9) Bir başka kaynaktan da bu veriyi doğrulama olanağımız var : 1998-2006 yılları arasında yeni eklenen olgu sayısı 96. Bunun 58’i erkek ve 38’i kadın. Bu durumda 2005 yılında ülkemizde 2.589 cüzzam olgusu yaşamakta. Bunların yaş ortalaması 61,9 ve yalnızca üç tanesi 0-14 yaş diliminde. Sakat olarak sınıflanan hasta sayısı ise 1.572. (8)

Bulaşıcı Hastalık

1968 (6)

1988 (7)

1998

2012 (9)

Cüzzam

194

3.541

2.708

2.200

Ethem Utku adına İstanbul’da, Cüzzamla Savaş Derneği tarafından ödül konulmuş ve bu alanda yararlılık gösterenlere verilmiştir:

  • 1988 : Doç. Dr. Hamdi Aytekin (Uludag Universitesi Tıp Fakultesi Halk Sağliğı Anabilim Dalı’nda Lepra konulu yayinlari nedeniyle)

  • 1989 : Doç. Dr.Cem Mat (Cerrahpaşa Tıp Fak. Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Lepra araştırması için)
  • 1990 : Op. Dr.Türker Özkan’a (Lepra cerrahisinde gönüllü çalışmaları ve periferik sinir transferi konulu çalışması nedeniyla) ve Prof.Dr.Murat Karaçorlu’ya (İst.Ün.Lepra Araştırma Merkezi Göz Ünitesini kurması nedeniyle)
  • 1991 : Uz. Hem Ayşe Yüksel ve Yük. Hem Tülay Çakıner’e (lepra calışmaları nedeni ile) ; Sağlık ve Eğitim Muhabirleri Derneği adına başkanı Sibel Güneş’e
  • 1992 : Dr. Mustafa Sütlaş ve Uz. Hem. Mücella Soydan’a (lepra çalışmaları nedeniyle)
  • 1993-95 ?
  • 1996 : Hatice Erdoğan’a (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde 1982 yılından beri yürüttüğü hemşirelik-baş hemşirelik çalışmaları nedeniyle)

Yine Etem Utku’nun adını taşıyan bir bina İstanbul Üniversitesi Yerleşkesi içerisinde olup, lepra çalışmaları yürütülmektedir.

Etem Utku’yu, en birikimli olduğu ve enerjisinin doruğunda olduğu bir dönemde, 1964 yılında, Van’daki cüzzam savaş çalışmalarını değerlendirdikten sonra, Hakkari’ye giderken bir trafik kazası sonucu yitirdik. Onun ölümü akıl almaz bir cinayetti (Kutu No.4). Üstelik, cenazesini taşıyan araba, dönüş yolunda Sivas-Gürün yakınlarında devrildi (10).

Ölümünün ardından köşe yazarı Faik Suad, şöyle yazıyordu : “Herkesin deniz kıyılarına, sayfiyelere akın ettiği şu Temmuz sıcağında, Doktor Etem Utku, Güney-Doğu dolaylarında cüzzam savaşı çalışmalarını izlerken şehit oluyor. … Ankara Radyosu, övülmeye değer bir değerbilirlik örneği verdi, kısacık da olsa Etem Utku’nun hizmetlerini ve erdemlerini belirtmeye çalıştı. … Bir Eşkıya baskı olsaydı, … gazetelerimizde baş köşeye çıkardı bu haber. Ama ne hazindir ki, insanlığa hizmeti hayatının tek manası bilmiş ve Türkiye’de cüzzam savaşının öncülüğünü yapmış bir ülkücü doktorun görev şehidi olmasını umursayan yok.” (11)

Askeri Tıbbiye’den sınıf arkadaşı Prof.Dr.Hüsnü A.Göksel, bir kaç gün sonra yazdığı bir tgazete yazısında onun son mektubuna yer vermişti. Etem Utku 24 Temmuz 1964’te Van’dan şöyle yazıyordu :

“Turancığım,

Sana Elazığ’dan bir mektup yazmıştım. Şimdi de Van’dan sana merhabalar. Önce şunu yazayım. Bingöl, Tunceli ve Elazığ’da Lepra savaş planı gereğince, birer dispanser açmayı taahhüt etmiş bulunuyoruz. Vali yardıma söz verdi. Belediye reisi de arsasını bulacak ve her türlü yardımı yapacak; yazılı taahhütname verdi bana. Şu halde, Bingöl’de dispanser açmak için her şeyi hazırladım… Dün Muş ve Bitlis’te idim; şimdi Van’dayım. Yarın Hakkari’ye gideceğim. Sana gene yazarım. Gelince de ayrıntısıyla gördüklerimi ve yaptıklarımı sana söylerim. Hiçbir resmi sıfatı olmayan ve fakat yanlız vatan sevgisinin verdiği eneji sayesinde çalışan kardeşin başka ne yapabilir ! Sana bir de name gönderiyorum :

Elazığ’dan selam, hasret

Eski ve yeni anılar diyor

Sabret …

……………….

Sen şusun

Ben buyum

Ne olursak olalım

Aynı gam

Aynı tasa

Hayatta ferahlatıcı

Bir nefes ara.”

07

Hüsnü Göksel yazısını sürdürüyor : “Ertesi gün Hakkari’ye gitmek üzere erkenden yola çıktı. Oradaki cüzzamlılar onu bekliyorlardı. Onlara ferahlatıcı bir nefes götürüyordu. Bu onun son nefesiydi. … Unutmayacağım bir şey var : Onun cenazesindeki iki cüzzamlı. Biri cüzzamın hamur gibi yoğurup bıraktığı yüzünü siyah gözlüğü ile örtmeye çalışmış. Yamru yumru yanaklarının üzerinde yol boyunca gözyaşı aktı. Öbürünün elleri birer odun kütüğü halini almış. Eski buruşuk elbiseleri ile onun tabutunu taşımak için durmadan koştular. Onlar insan içine çıkmaktan çekinmiyorlardı artık. Onlara bu rahatlığı veren, onları dünyaya yeniden getiren Etem olmuştu. Kaçbinlerin temsilcisiydi onlar kimbilir. Mezarı kapanırken, elleri kürek tutamadığı için bilekleri ile, dirsekleri ile toprak atıyorlardı.” (4)

Erken ölümü ülkemiz için büyük kayıp oldu; ama yaktığı meşale ve attığı tohumlar, ülkemizde cüzzam savaşının başarıyla sürdürülmesi için yeterli oldu. Kendisini sevgi ve saygıyla anmayı ve toplum hekimliği uğraşına kattıkları için teşekkür etmeyi borç biliriz.

………………

  1. Etem Utku : Lepra ve Modern Anlamı, Ankara 1961.

  2. Hayrettin Kurama : “Her Cüzzam Gününde Anımsadığımız Bir Savaşçı”, Merhaba Yaşamak içinde, Yayına Hazırlayanlar Prof.Dr.Türkan Saylan, Dr.Mustafa Sütlaş, Cüzzamla Savaş Derneği Yayını, 1998.

  3. Prof.Dr.Nihat Özyardımcı : Kişisel iletişim.

  4. Hüsnü A. Göksel : Bir Haberin Arkasındaki Gerçek, Ulus Gazetesi, 4 Ağustos 1964.

  5. Dilruba Utku, “Doçent Doktor Etem Utku’nun Hayat Hikayesi”, Merhaba Yaşamak içinde, Yayına Hazırlayanlar Prof.Dr.Türkan Saylan, Dr.Mustafa Sütlaş, Cüzzamla Savaş Derneği Yayını, 1998.

  6. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı : Türkiye Sağlık İstatistik Yıllığı (1968-1972)

  7. www.saglik.gov.tr Temel Sağlık Hizmetleri Gn.Md. 1996-99 Çalışma Yıllığı

  8. Mustafa Sütlaş : “1998’den 2006’ya…” Merhaba Yaşamak içinde, Yayına Hazırlayanlar Prof.Dr.Türkan Saylan, Dr.Mustafa Sütlaş, Cüzzamla Savaş Derneği Yayını, 1998.

  9. http://www.kuyruksuz.com/index.php?option=com_content&view=article&id=631:dunyacuzzamgunu-cuzzamlasavashaftasi&catid=73:egitim&Itemid=543

  10. Cumhuriyet Gazetesi, 28 Temmuz 1964.

  11. Faik Suad : Doktor Ethem ve Rommel Asım, Ulus Gazetesi, 2 Ağustos 1964.

  12. Dr.Etem Utku : SON SÖZ (Raoul Folleraeau: Cüzzamlıları Kurtarmak İçin Otuz Kere Dünya Turu, 13.Baskısından Türkçeye Çeviren : Dr.Etem Utku, Şubat 1964 kitabında yer almıştır.)

  13. Raoul Folleraeau: Cüzzamlıları Kurtarmak İçin Otuz Kere Dünya Turu, 13.Baskısından Türkçeye Çeviren : Dr.Etem Utku, Şubat 1964

 KUTU No.1

Günlüğümdeki Notlardan Yola Çıkış
Öğrencilik Yıllarım ve Sonrasındaki Yitimsiz Anılarım
Ankara Tıp Fakültesinden Hocamız
Doç.Dr. Etem Utku

Okuma yazma öğrendiğim günlerde başladım günlük tutmaya… Sürüp gitti bu güzel alışkanlığım… Yıllar sonra yazıya dönüştüler ve gün ışığına çıktılar…

O zaman kurşun kalem, çizgili defterler kullanılırdı… Şimdilerde, o günkü anılar, sararmış sayfalardan tuşlarla beyaz kâğıtlara dökülüyor… İşte anılarım…

Yıl 1957…Ankara Tıp Fakültesinde öğrenciyim… Öğrenimim sırasında beni yakından ilgilendiren bazı dersler var… Bunlar arasında Mikrobiyoloji ve enfeksiyon Hastalıkları önde geliyor… Nedeni de; Hocalarımız… Viroloji konusu o günlerde pek bilinmiyor… Ülkemde enfeksiyon hastalıkları, özellikle de çocuklarda ölümlere ya da organ engellerine neden oluyor… Karar vermek için mezuniyetimi bekliyorum…

Dördüncü sınıfta, Dr. Etem Hocamızla tanışıyoruz… Stajda bizimle yakından ilgilenen beyaz önlüğü, simsiyah bakışlarından yansıyan ışıkla, sorunları çözebileceğini anlatan ciddi bir hekim ve de eğitimci… Hasta başı çalışmalarımızdan birinde, bizi 40–50 yaşlarında bir kadın hasta ile tanıştırıyor. Hasta Elazığ’dan gelmiş… Hastaya Cüzzam tanısı konulmuş… Elini hastanın çıplak kolunun üzerine koyup, sinir boyunca hissiyet kusuru olduğunu anlatmaya çalışıyor bizlere… Gözünü kapatarak, bir pamukla ya da bir iğne ile muayene edince, duyu yoksunluğunun tanısını koyabileceğimizi öğretiyor… “Gelin siz de elinizi koyun, korkmayın elle Cüzzam bulaşmaz” diyerek bizleri muayeneye çağırıyor… Korkuyoruz… Hastanın yanına bile gidemiyoruz. Lepra- Cüzzam, Tanrının insanı cezalandırmak için dünyaya yaydığı, tedavisi olmayan, korkunç bir hastalık bize göre… Etem Hocamız gülümseyerek bizlerin korkusunu gözlemlerken: “ Bu konuda çalışmalar başlattık. Yakında bir dernek kuracağız, ileride hekim olunca, belki aranızdan bu konuda çalışmak isteyenler olacak” sözlerine hiç birimiz olumlu bir yanıt veremiyoruz. Çünkü korkuyoruz, parmakları kopmuş, burnu düşmüş dilencilerle karşılaşıyoruz Başkent Ankara’da Sıhhiye- Kızılay- Hamamönü ve Ulus semtlerinde… Hocamız, verdiği kararlarla ülke genelinde çalışmalar yapıyor. Kuş uçmaz kervan geçmez- karlı buzlu yollarda, çok sevdiği mesleksel çalışmalarını sürdürürken, kaza geçirip yaşamını yitiriyor… Hacettepe Çocuk Kliniğinde asistan olduğumuz yıllarda alıyoruz acı haberi ve kahroluyoruz… Aradan geçen yıllar, bize hocamızı unutturmuyor, cüzzam sözcüğü ile özdeşleştiriyoruz Etem Hocamızı… Bu görüşümüz hiç değişmiyor…

(Prof. Dr. Yıldız Tümerdem * Çocuk ve Toplum Hekimi Uzmanı * 5 Mart 2012)

KUTU No.2

ETEM UTKU’NUN ÇAĞRISI (12)

Sayın okuyucular,

Şimdi kitabı okuyup bitirdiniz. Ne diyorsunuz? Ne hissediyorsunuz? Dünyada 15 milyon, Türkiye’de 20.000* cüzzam hastası kardeşin açlık, sefalet ve evsiz bulunduğunu öğrendiniz.

Üstelik, cüzzam hastalığının, sanıldığı gibi çok bulaşıcı, çüresiz ve savaşı imkansız bir hastalık olmadığını da öğrendiniz. Hakikaten bu günkü bilimsel bilgiler sayesinde, artık biliyoruz ki, cüzzam hastalığı, bulaşıcı hastalıklar içinde en az ve en güç bulaşan bir hastalıktır. Korunma ve savaşı bir tek kelimedir : Tedavi. Bir kişinin bir yıllık tedavi masrafı ise bizim para ile yüz lira kadardır.** En hassas çağ 5-14 yaşlardır. Şu halde cüzzam çocuklukta alınan bir hastalıktır. Erişkinlerin bu hastalıktan korkması yersizdir. Memleketimizden bu hastalığı kovmak için, çocukları, ağız yolu ile ilaç içirerek korumak, hastaları tedavi etmek yeter. Cüzzüm tedavisi, bu gün bilinen bir çok hastalığın tedavisinden kat kat daha tesirli ve başarılıdır. Dünyada milyonlarda, memleketimizde binlerce hasta tedavi edilip şifaya kavuşmuşlardır.

Bu kitapta okuduklarınızın aşağı yukarı hepsi, memleketimiz için de doğrudur. Yalnız, 1962 yılından beri şiddet ve mecburi olarak hastaları tecrit etmek gibi insanlığa sığmayan, bilgisizlik ve egoizmin eseri olan kötü metodlar, çok şükür kaldırılmıştır. Şimdi Türkiye’de dünyanın en modern usuullerile cüzzümla savaşılmaktadır.

Hayırseverlik yalnız bu kitapla başlayıp, bununla bitmemelidir. Eğer böyle olmasını istiyorsanız, kitabı ara sıra, sık sık okuyunuz. Bu, cüzzam davasının kutsal kitabı gibidir. Okuduktan sonra, sizden sadaka değil, sevgi istiyorum. İlgi istiyorum.

Medeniyet birbirini sevmek demektir. Medeni insan, kardeşleri olan insanı ve insanlığı sever, hayır severdir. Herhangi bir memlekette, her hangi bir hastalığın bulunması utanılacak bir şey değildir. Utanılacak şey, bu hastalıkla savaşıp onu memleketten kovmağa çalışmamaktır.

Memleketimizde açılan modern cüzzam savaşının anası olan Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği bu kitabı size sunmakla çok faydalı bir görevi yerine getirmenin ferahlığı içindedir. Sizden devamlı ve sevgi dolu ilgiler beklemektedir.

Saygılarımla. (9 Şubat 1964)

NOT : * 2010 yılında ülkemizde 2.500 yöresinde cüzzamlı bulunduğu kabul edilmektedir.

** 1961 yılı Eylül ayında İstanbul’da toplanan ‘Avrupa ve Doğu Akdeniz Memleketleri Bölgelerarası Cüzzam Konferansı’nda beni tanıştırdıklarında, “ Raoul Folleraeu’nun gözlerinde sevgi çiçek açtı. Derhal anlaşmış ve sevişmiştik. İki elimi kavradı. Böyle el sıkmayı rahmetli babamdan başkasından görmemiştim. İkimiz de gözlerimizle konuştuk önce. Folleraeau daha sonra ellerimi bıraktı. Cebinden bir tomar Türk parası çıkardı. Bana uzattı : Doktor, bu parayı Türkiye’deki Cüzzamlı kardeşlerime ufak bir hediye olarak kabul et. Biliyorum çok az bir para. Yanımda bu kadar var. Fakat bu, sevgimin sembolik belirtisi olsun. Bundan sonra Derneklerimiz birleşti. Birbirimiz için çalışacağız artık. Verdiği para iki bin lira idi:” (Dr.Etem Utku : ÖN SÖZ “Raoul Folleraeau: Cüzzamlıları Kurtarmak İçin Otuz Kere Dünya Turu, 13.Baskısından Türkçeye Çeviren : Dr.Etem Utku, Şubat 1964 s.6” kitabında yer almıştır.) İkibin lira ile 20 cüzzamlı hasta tedavi edilebilmektedir.

KUTU No.3

Raoul Folleraeau diyor ki (13) :

Bu dünyada CÜZZAM’dan başka da CÜZZAMLAR var. Bu kadar uzun yıllarda ben onlara rastlamadım mı? Nasıl olur da, onları tanıyıp, kaydedip de yardım etmem? Cüzzamdan başka CÜZZAMLAR da var bu dünyada. Bu sonuçlar öyle cüzzamlardır ki, asıl cüzzüm hastalığından çok daha bulaşıcıdır; ve, hastalığın kökünü kurutacak kudrette olan bu günün ilmi, bu cüzzamların bahtsızlığını arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bu cüzzamlar: AÇLIK, VİRANLIK, ve, görünür veya görünmez bütün şekilleri ile SEFALET’tir.

İnsanların üçte ikisi yeter beslenmemektedir. 800 milyon kişi, senede, normal gündelik alan bir amelenin bir ayda aldığı paradan daha az kazanıyor; 60 milyon çocuk her akşam açlıkla koyun koyuna yatıyor. Dünyada ömürleri boyunca doktor yüzü görmeyen 700 milyon kişi yaşıyor. Okuma yazma bilmeyenlerin sayısı bir milyarın üsztünde.

Şimdi beni iyi dinleyin : Bir torpilin fiyatı olan para ile, harabelerde sürünen çocukların 16.000 günlük yaz kamplarının masrafı karşılanabilir. Bir tankın fiyatı 84 traktörünki kadardır. Bir bombardman uçağının parası ile, 20’şer sınıflı 30 okul binası yapılabilir. Bir uçak gemisi, 400.000 kişinmin bir yıllık nafakası karşılığıdır. Bir zırhlı tümenin masrafı ile 4 odalı 32.000 ev inşa edilebilir.

Eğer bu rakkamlar, dünyanın “Büyük”lerini alt üst etmezse, tekzip anlamı yok demektir.

NOT : “O hiç bir memleketin delegesi değildir. Hatta hekim bile değildir, avukattır. Kendisi 30 yıl önce Paris’te Ordre de la Charite adından Cüzzamlılara Yardım Derneği’ni kurmuş, hastalara yardım edebilmek için bütün dünyayı döner, durur. Ona ‘Dünya Cüzzamlılarının Babası’, ‘Cüzzamlıların Havarisi’ derler.” (Prof.Dr.Gay Prieto, Dünya Sağlık Örgütü Eksperi, 1961)

KUTU NO. 4

ONUN AKIL ALMAZ ÖLÜMÜ (5)

Çeşitli illerde açılan dispanserleri ve oraya gönderilen doktor arkadaşları, aynı zamanda çalışmaları kontrol etmek ve hasta sayısını saptamak amacıyla, Doğu Anadolu’ya geziye çıktı. Yolculuğu için ufak bir laboratuvar olan (ufak tefek gereçler ve mikroskobu bulunan) UNICEF’in verdiği bir otobüsle yapıyordu. İşte fena kader ve akla gelmeyen bir olay oldu : Şoförün Van-Hakkari yolunu iyi bilmemesi, yolların çok sert olması ve biraz da süratli gidilmesi sonucu, hiç akla gelmeyen bir olay oluyor. Yani araba devriliyor ve Etem altında kalıyor. Esas yoldan geçen arabalardaki şoförler Etem’in dispanserlere verilmek üzere çantasındaki ve üstündeki parayı alıp gidiyorlar (Etem, kendi kendine çıkmak için çok uğraşmış. Uğraşması sonradan bana gelen pantalonunun saçma ile vurulmuş gibi delik deşik olduğundan anlaşılıyor).

Etem, arabanın altından çıkmak için uğraşırken, düştükleru çukurun üstündeki yoldan jiple dönen Hakkari Valisi, onları görünce hemen yardıma koşuyor ve şaşkınlıkla yaralının Galatasaray Lisesi’nde sınıf arkadaşı olan Etem olduğunu görüyor. Hemen yanlarına alıyorlar. Önce ilk karşılaştıkları ilk yardım istasyonuna, sonra epeyce uzakta olan Hakkari Hastanesi’ne ulaşıyorlar. Bu arada, Etem’i hafif yaralı sanarak yürütüyorlar; tozlanmışsın diye sıcak bir banyo yaptırıyorlar ve pansuman sonrası hastaneye yatırıyorlar. Ama kimse onun başındaki yarayı ve başlayan beyin kanamasını fark edemiyor. Ne zaman ki, kendisi felç geldiğini hissediyor; kağıda not yazarak çevresini bilgilendiriyor; “Bende beyin kanaması başladı ve vücudumun bir tarafına felç geldi: Böyle yaşamak istemiyorum” diyor. Kısa bir süre sonra da komaya girerek yaşamını yıtiriyor.

 

Diğer Yazılar