Orhan Aydın

Orhan Aydın

ORHAN AYDIN ile SÖYLEŞİ

DERYA ASLAN- Sayın arkadaşlar, bugünkü konuğumuz Sayın Orhan Aydın. Önce kendilerini dinleyeceğiz, daha sonra da şoruları alacağız.

Buyurun Sayın Orhan Aydın.

ORHAN AYDIN- Sayın arkadaşlar, 37 sene sonra üniversiteye gelmek, hele de böyle bir güzel bir ortam bulmak ve hele de konuşmacı olmak çok kıvanç verici, güzel bir şey, hem de çok zor bir şey.

Birincisi, sizlere nasıl hitap edeceğiz, sizlere neyi anlatacağız bizim meçhullerimiz, fakat asıl önemlisi, Türkiye’nin istikbali olan sîzlerle beraber olmak çok önemli bir şey. Bunun için sayın hocama ve diğer arkadaşlarımıza böyle bir imkanı bize verdikleri için çok teşekkür ediyorum. Bu bizim için de büyük bir mutluluk, kıvanç verici bir olaydır.

Sosyal Sigortalar Kurumu Sigorta Teftiş Kurulu Başkanıyım şu anda. Sosyal Sigortalar Kurumunun işlevini aşağı yukarı teorik olarak bilirsiniz. Yani Türkiye’de sosyal güvenliği sağlayan en büyük müessesedir. Türkiye’nin üçte birinin sağlık ve sosyal güvenlik açısından sorunlarına cevap veren büyük bir müessesedir.

Ancak bu müesseseden sizlere biraz bahsetmek istiyorum. 1946’da Sosyal Sigortalar Kurumu, “İşçi Sigortaları Kurumu” diye kurulmuştur. Çok enteresan olduğu için söylemek istiyorum, sanayi kesiminde çalışan işçilerin sosyal güvenliğini sağlamak üzere kurulmuştur. “Burada birçok insan çalışacak, peki bunların sosyal güvenlikleri ne olacak?” demişler. O kadar büyük bir sosyal güvenlik müessesesi kurmuşlar, yarın Türkiye’nin üçte birine bakacak bir müessese. “Bunların sosyal güvenlikleri ne olacak? Bari Emekli Sandığına bağlayalım bunları” demişler. Tabii o günkü ekonomik koşullar, o günkü olaylara bakış açısı, insanların güvenini bir şekilde sağlamak çok zordu. Biliyorsunuz Türkiye’de erkek çocuğu ve Reşat Altını sosyal güvenlik olmuştur uzun yıllar. Yani adamın altını varsa, yaşlandığı zaman birgarantisidir. Erkek evladı varsa -şimdi kız çocukları daha faydalı- adamın sosyal güvenliği var demektir; çünkü oğlu ona bakar.

Bu neden? Cumhuriyetle birlikte loncalar kaldırılmış, yani Osmanlı zamanında çalışma hayatını tanzim eden müesseseler kaldırılmış, ama yerine İş kanunu 1946 yılında çıkmış, Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu yine o yıllarda çıkmış, yani çalışma hayatını tanzim eden kanun çıkmamış, tabii bir boşluk olmuş orada. Bu boşluk da insanların sosyal güvenliğiyle ilgili tereddütleri meydana getirmiş. Zaten kişilerin öyle bir beklentileri de yoktu. 1950’de ilk ihtiyarlık, yaşlılıktan emeklilik başlamış, 1975 yılında da normal olarak emekli olma başlamış. Sosyal Sigortalardan her mahallede 1-2 kişi emekli olunca, “yahu bakın, işçiler de emekli olmuş” denildi. Yani bizim milletimiz daha çok gördüğüne inanır. Yani size burada size anlatır, dinlersiniz, ama bir türlü inanmazsınız, ama mahalledeki işçinin emekli olması sizi çok teşvik edici gelir. “Bu adam ameleydi, işçiydi, Kara Yollarında bilmem neydi, ama emekli oldu” denilir. Bu Türkiye için de çok geçerlidir. Özellikle insanlarımız gözüyle algılar birçok olayı. Ona anlatamazsınız bir çok şeyi. Ama o yaşayarak veya görerek veyahut da öğrenmenin bir yolu da deneme-yanılmadır. Yani insanlar daha çok başlarından geçerek, görerek anlarlar.

1975 yılında Sosyal Sigortalardan ilk emekliler başlayınca, Sosyal Sigortalar Kurumunun manası o zaman meydana çıktı. Bunun güzel bir olay olduğu ortaya çıktı. Çünkü ben sigorta müfettişi olduğu yıllarda bu kaçak işçilik hâlâ günümüzde tansiyonu yüksek bir olay. Hâlâ çalıştığı halde veya çalıştırdığı halde bildirmeyen çok insan. Bu yasalardan kaynaklanan boşluklar olabilir, denetimdeki eksiklikler olabilir; ama bana göre asıl neden şu: Türkiye’de vergi de beyana dayalıdır, sosyal sigorta olayı da beyana dayalıdır. Bu demokratik ülkelerde tabii vatandaşın beyanını çok önemser devlet. Hani devletin vatandaşa güveni vardır; vatandaşın da devlete güveni vardır. Türkiye’de bu ortak pek sağlanamamıştır. Devlet vatandaşına güvenir, bunun için de beyan sistemini getirmiştir “Şu kadar işçi çalıştırıyorum” diye beyan edilmesini ister ve priminin yatırılmasını ister. Halbuki adam 20 tane işçi çalıştırıyorsa 8 tanesini bildirir. Halbuki hiçbir demokratik ülkede, gelişmiş toplumlarda, refah toplumlarında bunu göremezsiniz. Böyle bir şeyi düşünmek bile istemezler.

Mesela, Avrupa’ya giden arkadaşlarımız var. İtalya’da, İsviçre’de rastlamışlar. İşveren “Olmaz öyle şey, nasıl yaparsınız?” demiş. Halbuki Türkiye’de 100işverenden belki 60-70’i eksik bildirmeyi bir marifet olarak görüyor. Çalışanın sosyal güvenliğiymiş, onun sağlığıymış; bunlara pek düşünmüyor adam, sadece günlük kazancını düşünüyor. Yani beyana dayalı sistemde böyle bir eksiklik var. Ama ne zaman? Türkiye’de tam demokratik uygulamalar başladığı zaman -halbuki demokrat olmak ayrıdır, demokrat yaşamak bir özelliktir- tüm vatandaşlarımız zaten o hakkını isteyecektir, çalıştırana “beni sigortalı ettir” diyecektir. Halbuki şöyle bir Türkiye çizelim: Doğuda ve Güneydoğuda can güvenliği yok, can güvenliği olmayan yerde sosyal güvenlikten nasıl bahsedebilirsiniz?

Dönelim bu tarafa, adamın ekmek parası yok, adam aç. Bu, bir tespittir. Sigorta müfettişi bir işyerine gitmiştir, sigortalı gelmiştir, “Müfettiş bey, beni yazma, benim ekmeğimle oynama” demiştir. “Ne diyorsun sen hemşehrim, kaç lira alıyorsun?” denildiğinde asgari ücret 25 milyon lira iken adam 10 milyon lira alıyor ve müfettişe “Müfettiş bey, beni yazma, benim ekmeğimle oynama” diyor. Yani ekmek parası sosyal güvenlikten önce gelir. Can güvenliği sosyal güvenlikten önce gelir, ekmek parası, o günkü ihtiyacı, nafakası adamın istikbale matuf sosyal güvenliğinden önce gelir. Yani evine önce 4 tane ekmeği getirmelidir. Yahut önce can güvenliği olmalıdır.

Daha gelişmiş şehirlerimize, Batıya geliyoruz, sanayi işçilerinin fazla olduğu yörelerimizde burada bir olayla karşılaşıyoruz. Buradaki işçi bilincinde işin, sigortalı olarak çalışmanın ona bir sürü hak ve menfaat sağladığını, birçok faydası olduğunu, çocuklarının sağlığı, eşinin sağlığı, kendi sağlığı, artı yaşlılıkta emekli maaşı onun için büyük bir avantaj, onun bilincine varmışlardır artık. Özellikle Ankara’nın batısındaki illerimizde bu bir vakıadır. Fakat gel göl ki, işverenin menfaati doğudakiyle, İstanbul’dakinin aynıdır, yani Türkiye’de hatta bizim zamanımızda bir slogan vardı: “Zengin olmanın iki yolu vardır, ya devleti kazıklayacaksın, bir de işçi haklarım” Yani işçinin sosyal sigortasını yatırmayacaksın, vergini yatırmayacaksın, maaşını az vereceksin. Çünkü mecburdur adam, ekmek parasına çalışmaktadır.

Böyle olunca Batıda, yani gelişmiş illerimizdeki sanayi işçileri bilinçsizdir. Sigortalı olmak ister, bunun menfaatleri bilir, hatta bastırır zaman zaman sendikaları vardır filan, ama işverenin menfaati hep aynıdır; o çok işçiyi daha az parayla çalıştırmalı, daha az vergi vermeli, daha az prim ödemeli, ama buna mukabil dahaçok kazanmalıdır. Bu eşyanın tabiatıdır, iş yapan insan para kazanmalıydı, yahut da işveren durumundaki insanlar daha çok para kazanmalıdır. Bunun da yöntemi bu.

Bunun için ne yaptık toplumumuzda? iş Kanunu, Sendikalar Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunları yapıldı. Yani çalışanın hakkını korumak için iş hukukunun ana esprisi zayıfı korumaktır. Yani çalışan zayıftır, parası yoktur, sadece emeği vardır. Halbuki çalıştıranın parası vardır, fabrikası vardır, işi vardır, yani daha kuvvetlidir. 0 hep hakkını korur; neyle? Hukuk müşaviri bulur, mali müşavir bulur, yani birçok adamları bulur ve hakkını korur. Kendini koruyamayacak olan kimdir? İşçidir. O halde kanunlar işçiden yana olmalıdır ve bu şekilde çıkmıştır Türkiye’deki kanunların birçoğu.

Evet, uygulamalar da çok önemli. Türkiye’mizin siyasi ortamı bu uygulamalarda zaman zaman fazla inhiraf olmamakla beraber siyasi otoritenin paralelinde hareket edilmiştir. Özellikle söylüyorum, 50’li yıllardan sonra bu işçi hareketleri ivme kazanmıştır, önemsenmiştir. Bakmışsınız ki, işçilerin sendikalaşması ir cazibe merkezi haline getirilmiştir devlet sektöründe. Görürsünüz ki, Amasya- Samsun yolu üzerinde Eski Çeltek, Yeni Çeltek ve Büyük Çeltek diye üç tane kömür işletmesi vardır. Bunun birine Merzifon Belediyesi, Özel İdaresi filan o tür kamu kuruluşlarının ortaklığı vardır. Bir tanesi sadece Amasya Özel İdaresinindir, bir tanesi de özel teşebbüs. Bunların istihsalleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır. Yani biri günde 500 ton, bir tanesi 400 ton, bir tanesi 300 tan çıkarır; yani ekonomik güçleri de, günlük istihsalleri de aynıdır. Fakat ilk ikisi devlete ait olan bu işletmelerde işçiler sendikalıdır, her türlü sosyal haklarını alırlar, ama arkada Büyük Çeltek madeni özel teşebbüse aittir, kaba bir adamdır, ne sigorta gider, ne sendika gider, hiçbir şey yoktur ve oradaki işçiler büyük bir baskı altındadırlar. Ama ne yapar bu adam, size onu da söyleyeyim. Diyelim ki, Eski Çeltek”te bir adam iş kazası geçirirse, yasal prosedürü nedir? Alır onu sigorta hastanesine getirir, bırakır, bir de bize bildirir. Özel teşebbüs ne yapar? Onu alır, götürür doktora baktırır, ettirir, yani devletin yapacağından daha fazlasını yapar. Ona para verir, çocuklarına öte beri alır; ama adam ölmüşse yapılacak bir şey yoktur.

Maalesef Türkiye’deki nikâh meselesiyle ilgili olarak başımdan geçen bir olayı anlatayım: Büyük Çeltek Kömür İşletmesinde bir iş kazası ihbarına gittim. “Bizim çocuktur o, bekar falan bir adamdır” dediler. Bu özel teşebbüsün öyle bir anlayışıvardır ki, işçinin sadece emeğim almaz, ruhunu da alır yani. Onları öyle bağlamış ki, maden sahasının içerisindeki kömürü çıkarmak için destekler konulur, boyunduruk, domuz damı bilmem ne gibi isimlerle tavan çökmesin diye oradaki kömürü alıncaya kadar, bir taraftan kömürü alır, bir taraftan da bu emniyet tedbirleri alınır. Kömürü boşalttıktan sonra burası artık göçüğe terk edilir, artık buraya girmek yasaktır. Ama o çocuk, çok iyi bir çocuk, işvereni de seviyor, genç bir çocuk, böyle işine çok da bağlı. Göçüğe terk edilmiş alandan bir-iki direk getirmek istemiş, bütün derdi o. Çavuş “Oğlum oraya girme, orası çatırdıyor, başına bir iş çıkarırsın” demiş, ama adam yine girmiş ve o alan çökmüş. Yani cenazesi bile yok.

Tabii bu durumda sigorta müfettişi doğru işverenin yanına gider, hüviyetini gösterir, “Ben falancayım, şu nedenle geldim” der. O da muhasebecisini çağırır “Buyurun, beyefendiye yardım edin” der. Size yer gösterirler, kayıtlar, belgeler gelir. Bu adamın sigortalı olarak işe girişi var, tamam. Nüfus kağıdına bakıyorsunuz adam bekar gözüküyor, “annesi babası kimsesi yok mu?” diye soruyorsunuz, “Yok, bu çok uzaklardan geldi, tanımıyoruz bu adamı, bilmiyoruz” diyorlar. Tutanağınızı tutuyorsunuz, orada kazayı gören çavuş veya ilgili kimselerin ifadesini alıyorsunuz “hadise nasıl oldu?” diye ve bunu rapor ediyorsunuz. Ona göre de iş kazası nediniyle çeşitli haklar alınıyor. Ama kimsesi yok bunun. Bekar denildiği için hiç olmazsa Suluova ve Amasya çevresinde dışarıdan gelen çok işçiler vardır, gelmiş, oraya yerleşmiştir. Adam Trabzonludur veya başka bir yerden gelmiştir, ama Suluova’ya yerleşmiştir. Nüfus kağıdındaki künye yetmez ona. Diyelim ki, Erzurum’dan gelmiştir, “Bunun acaba Erzurum’da annesi, babası, adresi var mı?” diye araştırıyorsunuz. İşçilerden biri “Bu adam evlidir ve 2 tane çocuğu vardır” dedi. “Ne diyorsun sen yahu, herkes bunun için bekar diyor” dediğimde “Müfettiş bey, mesaiden sonra ben sizi bulurum” diyor. “Tamam, 17.30’da Suluova’nın caddesinde eczaneni önünde seni bekliyorum” diyorsun ve biz oradaki işimizi bitirdikten sonra adam vardiyadan çıkmış 17.00 sularında geldi. “Sen ne dedin?” dedim. “Bu adam evli, 2 tane de çocuğu var” dedi. “Olur mu hemşehrim, böyle bir şey yok” dedim. “Gel” dedi, beni o zamanlar transit bir yolun geçti yere götürdü, orada küçük suyu ve elektriği olmayan bir barakada genç bir kadın, 2 tane de küçük çocuk var. Bir tanesi 4 yaşında belki birisi de 1 yaşında. Çok yoksul bir durumda. “Gel bakayım, senin kocan kim senin?” dedim. “Benim kocam öldü beyim” dedi. “Adı neydi kocanın?” dedim, “Filanca” dedi.“Nereli?” dedim, “Filanca yerdenim” dedi. “Allah Allah, bu çocukları kimin?” dedim. “Bizim” dedi. “Nikah yok mu?” dedim. “Beyim nikah nedir?” dedi.

Sigorta müfettişliği çok zor bir olaydır. Senin işin nihayet onu tespit etmek, ne olursa olsun dememek lazımdır. Bu kadının hak sahibi olabilmesi için çocukların o babadan olduğunu ispat etmek lazımdır. Babalık davası açılmalı, nikah yerine geçecek olan mahkeme karan alınmalı, kadının ve çocukların, bu ölen adamın varisleri olduğu böylelikle ortaya çıkmalı. Bunu hem zaman olarak sorduk. Siz orada bir hafta onbeş gün kalıyorsunuz, ama bunlar bu kadar sürede bitmez. Orada bir avukat arkadaşımızı bulduk, “Olay bu, bu çocuklara babalık davası açacaksın. Bu kadının eşi olduğunu ispatlayacaksın” dedik. “O çok kolay” dedi. Sanıyorum bir ay kadar sürdü, ama ben gittim, geldim, takip ettim. O çocukların babası olduğu, hanımının ve çocukların dolayısıyla mirasçısı olduğu ortaya çıkınca Sosyal Sigortalar Kurumunca iş kazasından doğan her türlü mahrumiyetlerde ve ölümlerde sigorta yardımları hemen verilir. İş kazasının en önemli özelliği odur. İşçi 1 saat bile çalışıyor olsa, iş kazasına uğrarsa, bütün hakları verilir ona. Yani sigorta mıydı, değil miydi diye ayrıca aranmaz. Ama iş kazası olup olmadığı ayrıca araştırılır. İş kazası olduğuna karar verilirse kendiliğinden çözülür.

Biz o kadının ve 2 çocuğunun maaşlarını bağlattık. Bu, o özel teşebbüs dediğim müessesede oldu. Geldiler “Müfettiş bey, sen bu işin üzerine gitme, seni ilgilendirmez bu iş. Senin işin sigortacılık, bu kadının balalık davası, avukat bilmem senin işin değildir” dediler. Bu bizim işimiz, bu bizim vicdani görevimiz. Yani kadın zaten okuryazar değil, 2 çocuğuyla yoksulluktan ve açlıktan ölecek, nereye gidecek, nasıl avukat tutacak, nasıl yol bulacak; mümkün değil. Yani eğer onların önünde birisi olmazsa böyle bir hakkını alması söz konusu değildir.

Şimdi şunu söyleyerek buradan şuna gelmek istiyorum: Tabii bu söylediğim 1971 yılı filan; üzerinden çok zaman geçti. Çalışma hayatı Türkiye’de çok hızla gelişiyor, değişiyor. Buna ayak uydurması lazım; kimin? Önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yani yasaları çıkartanların. Peki, yasa çıkarmak çok zor bir işse, Sosyal Sigortalar Kurumu yasadan kaynaklanan idari tasarrufları gitmelidir, gelişmeleri yakından takip etmelidir ve ona göre de genelgeleri çıkarmalı ve uygulamalarını da sağlamalıdır. Bu her zaman olmuyor; niye olmuyor? Mesela, çok katlı inşaatlarda kullanılan değişik kalıp sistemleri var. Teknolojinin gelişmesiyle doğru orantılı bir olay.

Biz hâlâ inşaatta bildiğimiz marangozların yaptığı kalıpları kullanırız. Adam 20 katlı bina yapıyor, bu kalıpla 20 senede bitmez. Ama bu teknolojik ayrıntı aynı zamanda işçiliği de azaltıcı bir olay. İşçilik daha az oluyor; ama biz hâlâ uygulamamızı eski usule göre yapıyoruz. İnsanlar “Müfettiş bey, o eskidendi kalmadı” diyorlar. Bina maliyetinin yüzde 14’ü işçilik deniliyor ve onun üzerinden de prim alınıyordu. “Teknoloji değişti, siz hâlâ bunun üzerinden alıyorsunuz” denildi. Belki beş sene tüm işverenler itirazlar ettiler, mahkemelere filan gittiler, 1996’da kurum uygulamasına sokuldu. En az on sene Türkiye’deki işverenler “Böyle bir teknoloji kalmadı. Köylerde kasabalarda 1-2 katlı binalarda oluyor. Bu çok’katlı binalarda teknoloji değişti, kalıplar değişti” denildi ve beş sene sonra düzeltildi Sosyal Sigortalarda. Yani şunu söylemek istiyorum: Sizler istikbalsiniz, sizler Türkiye’nin istikbalisiniz, yarın buralarda sizler çalışacaksınız; müfettiş olacaksınız, genel müdür olacaksınız, yani birçok görevlerde olacaksınız. Sosyal Sigortalarda çalışacaksınız yahut Çalışma Bakanlığında çalışacaksınız, bunlara bugünden hazırlanmalısınız, hazır olmalısınız. Yani yarın işbaşına geldiğiniz zaman sadece işinizi yapmak yetmez, yani işyerine gidip iş kazası takibatı yapıp yetmezdi. O kadının avukatını bulduk, babalık davası açtırdık ve hakkını teslim ettik; bunu söylemek istiyorum. Yani her zaman sizin de ona benzer vakalarınız olacaktır.

Siz burada üniversite tahsili görüyorsunuz, akademik bir kariyer alıyorsunuz. Peki, bu üniversite hayatında, bu 4 yıllık eğitiminizde sadece bunlara mı önem verirsiniz, sadece bilgiler mi önemlidir? Herkes liseyi bitirdiği günleri düşünsün, bir de bugünleri düşünsün. Bir fark yok mu o günden bugüne aranızda? Bir düşünün şöyle, çok fark vardır. Saçınızı taramanızda var bir kere, giyim kuşamınızda var, oturup kalkmanızda var, sinemaya gitmenizde var, yemek yemenizde var, ihtiyaç olan her şeyde bir değişiklik vardır. Üniversitenin size getirdiği ve sizin hiç bilmediğiniz, 4 senede özümseyerek aldığınız sosyal yaşım, sosyal hareketler var. Ama bu arada teorik bilgiler de aldınız sayın hocalarımızdan. Çok önemli bilgiler aldınız ve bunlar sizin hayatınızın esasını teşkil ediyor; ama orada yarın, çeşitli yerlerde müfettiş gibi unvanlarla çalışacaksınız. İşte orada sadece bu bilgilerinizi kullanmayacaksınız, haricinde bu edindiğiniz bu sosyal içerikli çeşitli karakterlerinizi geliştiren, büyüten olayları da üstüne koyacaksınız, yeni işlevler edineceksiniz. Bu belki hemen yarın olmayacaktır, ama göreceksiniz ki zaman içerisinde sizin üstatlarınız sîzlerden çokşey bekliyor olacak, çok şey bekliyorlar. Geldiğiniz zaman “Şu bardağa suyu koy, yetmez bardağın şekli, cinsi” diyecekler ve bunların hepsini sizden isteyecekler.

Tabii o kadar çok şey var ki anlatılacak Sosyal Sigortalar Kurumu üzerinde. Bizim sigorta müfettişleri mesleğinden anlatılacaklar var. Fakat tabii, daha önemlisi sizin hayattan beklediğiniz birçok şeyler var. Bütün bunları birleştirerek bir şeyler söylemek gerekirse, bir kere çok iyi hazırlanmalısınız. İkincisi, çok çalışmalısınız, bu bilgileriniz yetmez. Hayata atıldığınız zaman tamam, elinizde kapı gibi bir diploma olacak, Mülkiye mezunu filanca diyecekler size, çok güzel. Eğer lisanınız iyi değilse, eğer bilgisayarda iyi değilseniz, eğer mastırınız falan yoksa, göreceksiniz, “keşke iki sene daha okusaydım” diyeceksiniz. Çünkü bu mutluluktur, dünyanın en güzel zamanıdır. Hem insan ömründe en güzel zamandır bu 4 sene, hem de böyle bir rahatlık bulamayacaksınız bir daha, bir daha yok öyle bir şey. Babanız anneniz sizi soğuğa koymaz, sıcağa koymaz, aç mı, sırtı kalın mı hep bunları düşünür. Ama orada hiç kimse sizin ne açlığınıza, ne tokluğunuza, ne de sırtınızın kalınlığına bakmayacak, sizden sadece iş isteyecek ve bu işi fazlasıyla vermenizi isteyecek. Yani sadece bardağa su doldurmak olarak düşünmeyeceksiniz, daha fazlasını, daha fazlasını vereceksiniz.

Arkadaşlar, bir kere daha çok çalışmaya, daha çok üretmeye hazırlıklı olmalısınız. Çünkü devlet daireleri böyledir. Size özel teşebbüsten bahsetmek istiyorum. Özel teşebbüs, biraz amiyane tabir ama adamın ciğerini alır. Çok para veriyor doğru; yani devlet 100 lira veriyorsa onlar 300 lira veriyor doğru ve çok güzel bir yaşam veriyor, o da doğru. Mülkiye mezunu ve hesap uzmanlığından ayrılmış özel sektörde genel müdür yardımcısı bir arkadaşımız var. Teftişe gittiğinizde karşılaşıyorsunuz. “Hanımların yaşı, beylerin maaşı sorulmaz” diye bir tekerleme var. “Ben senin maaşını merak etmiyorum da, durum nasıl?” diye sorduğumda, adam “Şu anda evliyim, 2 çocuğum var. Kış aylarında Kanarya Adaları mı nedir kışı olmayan o yere ben giderim, 15 gün tatil yaparım, gelirim. Hiç sorun değil, yani dünya nimeti artık benim için yok. Ev en güzeli, araba en güzeli, param var, her şeyim var, yalnız benim bir eksiğim var zamanım yok” dedi. Özel teşebbüs bu çocuklar. Çok para verdiği doğru, insanın Türkiye’de yaşaması için gerekli parayı veriyor, ama çok çalıştırıyorlar. Benim oğlum Kıbrıs’ta İngilizce işletmeyi bitirdi, askerliğini yaptı, şimdi Koç’un bir firmasında çalışıyor. Ben böyle bir şey görmedim, akşam 10.00’ye kadar çalışıyor, Cumartesi çalışıyor, Pazar günü çalışıyor. Arçelik firmasında çalışıyorlar.Okuldayken daha çocuklar özel teşebbüs hocalara geliyor, soruyor, 3-5 tane isim alıyor, onları daha sonra, askerliği bitince veya bitmeden yanlarına alıyorlar. “Oğlum benim bir işime bakmadın, böyle bir kere yardımcı olmadın. Bu ne kadar sürecek?” dediğimde “Baba biz 8 kişiyiz birbirimizi yiyoruz” diyor. Yani kim daha çok satacak, kim daha çok bilmem ne yapacak. Özel teşebbüs bu çocuklar, yani çok çalışmanız gereken, çok üretmeniz gereken bir yerdir. Devlet memurluğu onun yanında biraz daha rahat, cumartesi, pazarı falan var. Fakat size bir şey söyleyeyim, normal bir devlet memuru zihniyetiyle bir müesseseye girdiğinizde -hangisi olursa olsun- hiçbir şansınız olmaz, çok çalışmak ve üretmek durumundasınız. Kısa dönemde o unvanları -müdür muavinliği, şeflik gibi- kapmak durumundasınız. Yahut müfettişlik imtihanını kazanarak müfettiş olup o mesafeyi imtihanı kazanarak kat etmelisiniz. Yoksa müdür yardımcısı, müdürlük ve daha üst görevleri gelebilmelisiniz. Ama bunların hiçbirisi çalışmadan olmaz, yani devlet dairesinden bahsediyorum. Özel teşebbüste zaten şans yoktur, çalışmayan insanın hiçbir şansı yoktur.

Şimdi burada, yine bir hatıramı anlatmak istiyorum; Ankara’ya geldim -ben 25 sene Anadolu’da, uzun yıllar sigorta müdürlüğü falan yaptım; Çorum’da, Amasya’da, Ordu’da, çalıştım- burada da bir ahbap, büyük bir firmanın muhasebe müdürü, dedi ki “abi daha ne kadar çalışacaksın? Emekli ol da, gel beraber çalışalım” -bu Sigorta Müfettişliğinin bir özelliği de odur; yani, ayrıldığınız zaman da mesleğiniz vardır; yani, her zaman, piyasada size ihtiyaç vardır, meslekten ayrıldığınız zaman bile işiniz vardır; yani, bir müessesenin müşavirliğini yaparsanız falan; yani, o bakımdan da bir avantajdır- dedi, ben de dedim ki -o zaman, biz, sanıyorum 3 milyon lira falan alıyoruz, 87-88 o yıllar, demek ki 5 milyon lira çok paraymış; yani, ben 3 milyon lira aldığıma göre, 2’de fazla demişim- “5 milyon lira vereceksin, 5 senelikte mukavele yapacaksın” adam yıldı, “ağabey sen piyasayı bilmiyorsun” dedi, “niye” dedim “şimdi özel teşebbüs; eğer, sen işine yarıyorsan, bu para da önemli değil, mukavele de önemli değil. İşine yaradığın için, sana zaten para verecektir, mukavele önemli değil, kaç sene lazımsan, o kadar tutacak seni. 5 senelik mukavelem var, şu kadar lira para demişsin, işine yaramaz adamsan, hemen paranın tamamını verir, mukaveleyi de yırtar atar, seni gönderir” dedi; yani bir gün tutmaz; yani, özel teşebbüsün böyle bir anlayışı var; eğer, siz, o müessesenin işine yaramıyorsanız, adam sizi tutmuyor; ister mukavelen olsun, ister bilmem ne, veriyor paranı, hadi güle güle. O nedenle, sizin önünüzde, tabii, şimdi siz çok gençsiniz; yani, bunlar, size, biraz şaka gibi degelebilir; ama, bunlar gerçek, yarın mezun olacaksınız, çeşitli müesseselerin önüne gideceksiniz, belki imtihanlara gireceksiniz, belki mastır yapacaksınız, göreceksiniz ki, yine eksikleriniz var, hatta işe gireceksiniz, böyle kalacaksınız; yani, bir arkadaşınız, bir ağabeyinizin size yardımcı olmasını isteyeceksiniz; çünkü, hayat böyle, biz de böyle geldik. Sizin şansınız ne? Siz bizden çok şanslısınız; çünkü, Türkiye, 25 sene 30 sene önceki Türkiye değil; Türkiye çok gelişti, hem istihdam açısından, hem de iş kolları açısından, o zamana mülkiyede, bir hariciye, bir,idariye, sanıyorum bir de maliye, bizim zamanımızda üç tane bölüm vardı; şimdi -arkadaşlarım söyledi-6 bölüm var; bu, ihtisaslaşma demek, bu çok özel demek.

Ramazanda, bizim Laz oruçlu, İstanbul’da, Ramazan yaz ayında, ter içinde, vapura binip bir yere gidecek -o eskiden köprü altına- oraya bir gitmiş ki, böyle insanlar buzlu rakıları koymuşlar, 7-8 kişi, hantmlı beyli, yiyorlar, içiyorlar “lan bu ne iştir” demiş, demişler ki “bunlar Hıristiyan” “yok ya” demiş, Laz gitmiş adamlara demiş ki “dininizin kıymetini bilin.”

Şimdi, beyler, size bir şey söyleyeyim; mülkiye bir avantajdır, okulunuzun kıymetini bilin. Mülkiye mezunu olmak, Türkiye’de bir ayrıcalıktır, bir özelliktir ve çok güzel ayrıcalıktır. Bir güzelliğini daha söyleyeyim -şimdi, sizin arkadaşlarınızdan, bizde epeyce oldu; mülkiye mezunu, belki sizin bölümden birkaç arkadaşımız var- bizim dönemden bir arkadaşım var, Samsun’da, bunlar Erbaa’ya gitmişler, Erbaa’da kiremit ocaklarında, yine tespitler yapılıyor filan, bu genç arkadaşımız, diyor ki -biz 25-30 senedir Erbaa’ya gideriz, tozun, toprağın içinde filan- “üstat böyle uğraşmaya gerek yok, kaymakama gidelim” demiş, kaymakam gitmişler. Kaymakam onlara çok itibar etmiş, bir oda tahsis etmiş, arabasını vermiş, polisi vermiş, diyor ki “ biz polisle falan gidince, fabrika ayağa kalktı” diyor. Polisi de herkes tanıyor, orası küçük bir yer “5 dakikada bütün işlerimiz bitti; yani, böyle güzel bir iş görmedim, bu mülkiyeliler bize çok lazım” geldi, bunu bana söylüyor; bu çok iyi bir şey, bu arkadaşlar fevkalâde. Şimdi, bu bir meslek dayanışması, tabii; yani, her zaman olur mu, ne kadar olur, onu bilemezsiniz; ama, bir gerçek var ki, bu camia, çok özel bir camia, bu camianın birbirlerine olan yakınlığı, arkadaşlığı, dostluğu, her yerde geçerli ve önemli. O halde, siz, diğer okullara göre artı 1’le mezun oluyorsunuz, o halde bunu iyi değerlendirmek durumundasınız, gittiğiniz yerde de “bu çocuk mülkiyeli” dedirtmelisiniz. Mesela birisi “o çocuk mülkiyeli de onun için” demeli; bu farkı göreceksiniz; ama, bunun tersi de olabiliyor, en kötüsü, en üzücüsü o, onu söylemeden geçemeyeceğim; bizde birağabey vardı, çok rahatsız gibiydi sanki, sabah işe gelir; yani, eğer onu dokunma, üç gün orada oturur, öyle rahatsız bir tipti, ona dediler ki “şu yakandan rozeti çıkar, biz rahatsız oluyoruz” “olur mu? Çok iftihar ederek kullandığım bir rozet” dedi. Dediler ki “onu çıkar, bütün mülkiyelilere yazık oluyor, senin şahsından” yani, mülkiye mezunusunuz -demin söyledim- bu kadar müspetleri, objektifleri var, çok güzel; ama, bir de o rozetin hakkını veremediğiniz zaman olursa, işte o zaman da çok kötü; bütün toplum, sizin şahsınıza tüm mülkiye camiasını cezalandırıyor. O nedenle, siz, bir kere daha fazla çalışmak, bir kere daha fazla üretmek durumundasınız.

Çok teşekkür ediyorum; inşallah sıkmadım.

SORU- Öncelikle size teşekkür ediyorum. Değişik kamu kuruluşlarından konuklarımız oluyor ve kamu kuruluşları hakkında bizlere bilgi veriyorlar. Geçen sene, İçişleri Bakanlığı Personel Başkanı geldi ve kaymakamlık hakkında bizlere bilgi verirken, örneğin “bir ilçeye kaymakam olduğunuz zaman, siz, bir değişikliğe espriyle karışık bir değişikliğe gitmeyin, bu başınızı ağrıtır” gibi Türkiye’nin kamu yönetimi gerçeğini ortaya koydu; ama, siz, Küçük Çeltek örneğinde, ölümle sonuçlanan bir iş kazası sonucunda mağdur olan bir aileyi, müfettiş, sadece göreviyle tespitle değil, onun sonrası sürecinde, işçi ailesine yardımı gibi bir tavır ortaya koydunuz, bu çok anlamlıydı. Örneğin, bizler, ileride SSK’da müfettiş olduğumuz zaman, bu gibi olaylarla karşılaştığımız zaman, tavrımız yine, işçi ailesinden yan, işçiden yana mı olacak ve birtakım rahatsızlıklar, belki bu hareketimiz sonucu kurumdan, belki üst yönetimden birtakım itirazlar veya şey alacak mıyız; yani, çalışmamızda, alanımızda, rahatça, özgürce hareket edebilecek miyiz?

Teşekkür ederim.

ORHAN AYDIN- Şimdi, tabii bu müfettişlik mesleğinin bir özelliği var; yani, müfettişlik mesleğinde, mesela, mesai söz konusu değildir. İki müfettiş, yasalara, yönetmeliklere, tüzüklere uyduğu müddetçe, bu özgürlüğü hep vardır. Müfettiş tutanağına, doğru, adil ve yasal olarak tanzim etmek durumundadır ve bunun içinde, ona hiç kimse bir baskı kuramaz; yani, Türkiye’de, siyasi otoritenin en ağırlıklı devirler dahil -ki biz, bunları, çok çeşitli dönemlerde yaşadık- tek saygı duyulan müessese müfettişlik müessesesidir; yani, hiç kimse, hiçbir müfettişe “şunu şöyle yapacaksın” demez; yani böyle bir olay. Ben, askerlikle beraber 31 senem gitti, bana daha bugüne kadar, şu konuyu şöyle yapacaksınız diye bir teklif gelmedi; yani, müfettişhareketlerinde özgürdür, müfettiş gece saat 12’ye kadar çalışır; yani, süresi yoktur, istediği kadar detaylı çalışabilir; şahitler dinler, başkalarını dinler, herkesi dinler ve bunu, kanaat edilinceye kadar yapar ve ona, hiç kimse “dur” diyemez; yani, “bu konuyu şöyle yap” diyemez, “bu konuyu savsakla” diyemez, denmez; yani, bu hiç usul değildir. Benim 31 senem geçti, bana, şimdiye kadar, hiç kimsenin, bir şey dediğini hatırlamıyorum. Ne olur, size onu söyleyeyim: Birçok tanıdıklarınız olur, ağabeyleriniz olur falan, mesela, elinizde iş çoktur “şuna öncelik verir misin” derler; yani, bize rica ancak böyle olur, tamam öncelik verirsin; yani, diyelim ki 1 hafta 10 gün sonra bakacağın işi, bugün bakarsan. Bu tür bir olay olur; yani, bizde, bunun haricinde, hiçbir şekilde müfettişe karışılmaz; yalnız, söylediğim şu: Adil olacak, dürüst olacak, yasal olacak; yani, yasal değilse, adil değilse, dürüst değilse, o zaman çok müdahale eden olur ve müfettişlik diye bir şey kalmaz; yani, ben size söyleyeyim; ben, Sigorta Teftiş Kurulu Başkanı olalı 1,5 seneyi geçti, 100’ün üzerinde arkadaşımız ayrıldı; yani, ayrılmak mecburiyetinde kaldı; yani, bu iş böyle.

Müfettişlik mesleği, çok özel bir meslektir, yerine göre hakimsin, yerine göre savcısın, yerine göre müdürsün, yerine göre işçisin, yerine göre külhanbeyisin, yerine göre beyefendisin; yani, bizim sigorta mesleği, direkt halkla iç içedir; sigortalıyla iç içesin, işverenle iç içesin, bütün sorunları bilirsin, bütün sorunlar sana gelir, onun için, tavır takınmak, sorulara muhatap olmak, bazen beyefendi olursun, beyefendi davranırısın; ama, adam anlamaz. Mesela, bizde, ikiz doğum tarikatları vardır, şimdi bakarsınız ki, bir yerden boyna ikiz doğum gelir, anlarsın ki, orada bir sorun var, ya içeride memurda bir sorun var ya da dışarıda bir sorun var; çünkü, toplumumuzda, ikiz doğum, çok nadir bir olaydır ve hiçbir şeyde yoktur. İkiz doğumda, iki tane doğum ödemesi, iki tane doğum yardımı, emzirme yardımı verilir. İnsanlar, bunu almak için, ikiz doğum oldu; köylerde biliyorsunuz bunu muhtarlar yapar, işte öldü derler. Köye gidersin “hani mezarını göster” dersin, mezarlıkta çocuk mezarı mı yok, ayağının ucuyla gösterir “aha burası” der, içini açıp da şey testi yapacak halin yok senin; yani, geçer gelirsin. Şimdi, burada, olay şudur: O adamlara, beyefendi bir müfettişi getirirsen, pek netice alamazsın. Orada, o köylünün anlayacağı dilden konuşan, hareket eden olur, mesela, çay bahçeleri falan var, Türkiye’nin her yerinde vardır, bunları işletenlerin de çoğu kabadayı falan gibi insanlardır; yani, Türkiye’de 100 tane çay bahçesi varsa ve buraları teftişe gitmişseniz, insanın hatta sizinmesleğiniz hakkında ne düşündüğünü sizin hakkınızda ne düşündüğünü anlayacak duruma gelirsiniz. İnsan tanıma imkanı çok olan bir meslektir.

Şimdi, demin dışarıda yarıda kaldı, bir şey söylemek istiyorum: İş kazaları dedik, iş kazaları Türkiye’de yüzde 80’i cehaletten, daha bir yüzde 20’de tesadüfen olur; bana göre. Kum ocaklarında çok rastladığımız bir olay vardı. Şimdi, şu duvarı kum ocağı olarak düşünün şimdi işçiler buradan eşecek, kamyona yükleyecekler. Bunu üstten doğru yontarak almaları lazım ki kaza olmasın; ama, o hem çok zaman alır, hem de işsizlere fazla katkısı olmaz. Ne yaparlar; kazmayla alttan oyarlar oyarlar güm diye üstü uçar. Birden bire 3 yevmiyede çıkaracağı kumu çıkartmış olur; ama, her seferinde o kadar şanslı olamazlar, o göçük bazen böyle belli olur geleceği; ama, bazen de belli olmaz, üstlerine kapanır ve iş kazası olur; ya ölüm ya mağlubiyettir.

Buradaki olay işçinin açıkgözlülüğüdür, maden ocaklarında bir koridor düşünün bir dehliz orada tavan taşı vardır, alın taşı, bir de taban taşı. Bunlar madenin içerisinde mercekler halinde büyük kayalardır. Onu mühendisler görürler tavandaysa onun altına “domuz damı” tabir edilen şöyle bir tahkimat yaparlar, o taşın tutması için. İşçi eğer mühendisten yahut çavuştan önce onu görürse, o taşı oradan yıkarsa, daha çok kömür çıkartıyor; ama, işçi kendi altında kalacağını hiç düşünmez. Onu çıkartmaya kalkar ve kaza geçirir.

Ben ilk iş kazası tatbikatına gittim, Çorum’a Dodurga Kömür İşletmelerine. Tesadüf oranın Müdürü de Zonguldak’ta İş Güvenliği Müfettişiymiş, oraya atamışlar. Kemal Bey isminde fevkalade -şimdi sağ mı ölü mü bilemiyorum- çok geniş bir insan. Beni yanında getiren üstat dedi ki: “Müfettiş Bey işte bu ilk defa çıkıyor” “ya öyle mi?” dedi. Hemen zile bastı, işte “bilmem ne gelsin, bilmem birtakım elbise getir, bot getir, baret getir, lambası, aküsü git şu benim odaya bunları giyin” dedi. Beyefendi falan ben tabii çok tedirginim zaten kömür ocağına ilk defa gelmişim çok heyecanlıyım. Nasıl oluyor, neler oluyor bilemiyorum; bir de elimizde ölüm tahkikatı var. “Yok, böyle bu dünyada gireceksin, maden ocağını tanıyacaksın. Sana şimdi ben, oluk ne baş yukarı ne, tavan ne, taban ne desem bunları ne kadar anlatırsam anlatayım, sen bunları anlayamazsın. Şimdi bunu giyineceksin çavuşla aşağı ineceksin” dedi. Kömürün çıktığı yer, oradan insan inmez; yani, çok acil bir durum, özel bir durum yoksa, oradan insanları sokmazlar, asansörlerle yahut başka şeylerle.Dekovilin içine çavuşla bindik bizi bir itelediler, 80 derece böyle 100 m’lik büyüklüğünde yeryüzüne kömür ocağının açıldığı kapıdan içeriye girdik. Tıkır tıkır içeriye girdik, içeride koca bir şehir var. Bir ana cadde, elektrikler var, raylar var, -affedersiniz- katırlar var, o dekovilleri çekiyor. Çok büyük bir gürültü var, vantilatörler var hava cereyanı sağlıyor. Ben, şaşırdım kaldım, bayağı ana cadde, iki taraflı lambalar, insanlar, hayvanlar gelenler gidenler, hiç kimse kimseyi görmüyor, böyle çok yoğun bir ses ve büyük bir hava cereyanı vardı; şaşırdım. Dedi ki: “Burası 1 km – bu taban dediğimiz, işte o ana cadde- bunun baş yukarıları var”. Galeriler yukarıya doğru açılmış, “baş aşağılar var bir de düzleri var” dedi. Bu galerilere giriyor, kömür alınıyor işte o kömürler bir şekilde ortadaki raya geliyor, oradan da katırlarla çekiliyor, vincin önüne getiriliyor, vinç de yukarı çıkarıyor, satışa gidiyor.

Olay şu: -şurada tahtada göstermek mümkünse daha iyi olur- Bu şöyle bir galeri; yani, herkes değil burada şu ana taban denilen yer burası, burada bir galeri var. Burada şöyle bir galeri daha var, şöyle galeri var. Ben, gittiğimde ustalar şurada çalışıyorlar, burada tahkimat yapıyorlar, domuz damı yapıyorlar, boyunduruk kuruyorlar. Şurası da kapalı “adam nerede öldü?” dedim “şu kapalı yerde” dediler.“orada nasıl oldu?” dedim.. Şimdi, burası yokmuş, burada çalışma yapılırken grizu tespit edilmiş, bu grizu karbon monoksit gazıyla ağırlıklı metan gaz. Bunun çeşitli değerlendirmeleri var, ona bakıyorlar, orayı kapatıyorlar. Buraya perde çekmişler, bu perde yetmez bunu sıvamaları lazım ki, bu gaz sızıntısı olmaması lazım. Burada grizu gazını görünce orayı kapatmışlar, şöyle buradan doğru gelmeyi amaçlamışlar. Şimdi, buralar hep kömür biliyor musunuz; yani, alacak göçüğe terk edecek, alacak ondan sonra bütün bu mahallin kömürü alınmış olacak.

Ben, buraya zor şey gittim, şu adamın yanına usta burada. Dedim ki: “Usta bu nasıl oldu, bana anlatır mısın?”. Adam dedi ki: Biz, burada 3 gündür çalışıyoruz, 2 tane de bir kazmacı, bir kürekçi 2 tane yardımcısı var, bunlar hem tahkimat yapıyorlar, hem istihsal yapıyor. Gerektiği yerde tahkimat yapıyorlar, tahkimat bitince de kömürü kazıp çıkartıyorlar. Ağaç getiriyorlar, bunlar geliyorlar buralardan ağaçları alıyorlar, oraya getiriyorlar; adam gitmiş gelmemiş. Maden ocağına girerken, sigara, çakmak, her şey yasaktır; yani, hiçbir şey götüremez işçi aşağıya. İki, -affedersiniz- su içme, tuvalete gitme gibi ihtiyaçları da sınırlıdır, kısıtlıdır; yani, istediği yerde su içemez, istediği yerde tuvalete gidemez; yerleri bellidir, oraya gitmesi lazımdır işçilerin. Bu işçi gelmiş -affedersiniz- burada tuvalete gitmiş, tabii geliyor gidiyor. Tabiiburada iyi kapanmadığı için grizu sızması var, metan gazı sızması var. Kalkmış şu kemerini bağlayamamış; çünkü, adli tıp raporunda diyor ki: “Pantolonunun iki düğmesi kapalı, kemeri açık”. Adamın -affedersiniz- tuvalette gittiği kesin, bir delil; yani, o adli tıp raporunda da var. Adam şuraya kalkmış ve düşmüş, adam bir karış ileriye düşse burada oksijen var; yani, adam ölmeyecek veyahut da burada uzun süre kalmış, ölmüş. Tabii biz, gitmeden önce de çavuşları, mühendisleri falan gelmiş “böyle şey olur mu bunu niye böyle yaptınız?” demiş, hemen bunu kaldırmış veyahut da bırakmışlar, burayı kapatmışlar, sıvamışlar. Biz gittik ki, ölüm işareti var, bir sürü şahitler var işte durulmaz, kalınmaz falan sıvamışlar. Dedim ki: “Burada nasıl oldu?” “beyim bunu yeni yaptılar, siz gelmeden önce yaptılar. Aslında orası öyle değil böyleydi, adam orada öldü” dediler.

İlk benim maden ocağına gitme, o heyecan, o stres ve ilk böyle bir olay. Ben, geldim tabii çok da heyecanlıyım Kemal Beye dedim ki: “Ağabey, senin adamlar yanlış yapmışlar, güvenlik tedbirlerini almamışlar yahut eksik almışlar, sızıntı olmuş, adam da orada ölmüş”. Dedi ki: “Ben, bunu sana anlatsaydım sen çavuşuna, işçine bunu anlayabilecek miydin?” “hayır, mümkün değil” yani, maden ocağına girmezseniz o domuz damı ne boyunduruk, tavan taşı ne, taban ne, baş yukarı ne, baş aşağı ne, göçe terk edilen yer ne, bunları bilmezseniz iş maden ocağında kaza tahkikatı yapmanız çok zordur, afaki olur ve yanlışlarla dolu olur. Yarın bir gün, o olay bir şekilde mahkemeye giderse, bilirkişi doğruyu tespit edeceği için sizin eksikleriniz meydana çıkar. Bu da bir müfettiş için kötü bir şeydir; yani, müfettişin yaptığı tahkikat her zaman mahkemelerde karine teşkil etmelidir, doğru olmalıdır, yasal olmalıdır; yani, keyfi, duygusal tutanak tanzim edemezsiniz, rapor veremezsiniz; yani, bunlar müfettişliğin bir numaralı işlevidir. Olduğu gibi gözlemlemelisiniz, yasaya uygun yorumlamalısınız ve gerçek neyse onu tespit etmelisiniz. Müfettişin işi tespit etmektir; yani, olayı fotoğraf gibi resmetmektir ve bunun yasal boyutlarını da koyup yorumlamaktır. Eğer, bunlarda yanlış yapıyorsanız, duygusal yapıyorsanız, bir gün bu sizin raporunuz, tutanağınız mahkemeye giderse, sizin iyi bir müfettiş olmadığız meydana çıkar. Bu da en çok 2 sene sürer; çünkü, ondan sonra da işinize son verirler, olay bitiyor.

Müfettişlik çok hassas bir konudur, çok dikkat ister işveren hep sizi yanıltır, yanıltmalıdır; yani, onun işi odur. O zarar etmek istemez, hiçbir işveren parasal bir zararı göze alamaz; ama, sizin işiniz de doğruyu bulmak, tespit etmektir.

Tabii şimdi hep iş kazasından açıldı, hep ben, konuşuyorum biraz da sizler sorun, size cevap verebildim mi bilmiyorum.

DERYA ASLAN- Hocam, Aralık ayında sizinle yaptığımız görüşmede “SSK’da işverenlerin eksik bildirimlerine dair yeni çalışmalar başlatıldığını ve bu yönde projeler geliştirildiğini” söylemiştiniz. Bu 5 ay süreçte ne tür gelişmeler oldu, eksik bildirimleri önlemek amacıyla?

Teşekkür ederim.

ORHAN AYDIN- Evet, 3917 sayılı Kanunla bu bizim kanunumuz. Bu beyana dayalı sistemde -başından da söylediğim gibi- işveren diyor ki: “Ben, 10 işçi çalıştırıyorum, 5 işçi hiç çalıştırmıyorum -çalıştırdığı halde- yahut 3 tane çalıştırıyorum”. Bir şekilde müfettiş gidiyor, tabii işverenin yasal kayıtları da bunu teyit ediyor, beyanını. 3 işçi çalıştırdım dediyse, yasal kayıtlarda 3 işçiyi gösteriyor. Halbuki sen gidiyorsun, bakıyorsun ki, bu 3 işçiyle olmaz; yani, mümkün değil, hatta 15 işçiyle bile olmaz; yani, kapasiteli, büyük bir iş. Diyelim ki, 5 tane-6 tane makine var, işte Siteler’e gidiyorsunuz kocaman bir atölye 7-8 tane makine var. 2 makineyi bir işçi kullanmaz mı olabilir; yani, birinden çıkar ötekine girer; fakat, bakıyorsun ki, adam koşarak bile gitse en sonundaki makineye yetişemez; yani, mümkün değil. Şimdi diyorsun ki: “Kardeşim bu 3 işçiyle olacak şey değil, eksik bildirmişsiniz”.

Eskiden, bu 3917 sayılı Kanun olmazdan önce sigorta müfettişleri bu tespit yapıyordu; ama, hiçbir cezayı müeyyide uygulayamıyordu yahut da doğruyu uygulayamıyor. Diyelim ki orada 10 kişi çalıştığı halde bu 7 kişiyi kaçıran bu adama 7 kişinin sosyal güvenliğini sağlayacak bir gücü yoktu. 3917 sayılı Kanun sigorta müfettişine bu yetkiyi getirdi. Şimdi gidiyorsunuz, bakıyorsunuz burada 10 kişiden fazla çalışabilir diyorsunuz, adama da 2 kişi, 3 kişi göstermişse, o zaman inceleme dediğiniz bir tahakkuk yapıyoruz; bu inceleme sonunda bir tahakkuk. Bu nasıl oluyor;

Bir, bu işyerinde daha önce sigorta müfettişlerinin yaptığı tespitler var mı; yani, burada işçi tespiti yapılmış mı? diyelim ki, 2 sene önce buraya gelmiş müfettiş 7 kişi çalışırken tespit yapmış. Ondan sonra, 6 ay sonra bir daha gelmiş bakmışlar ki 6 kişi var; ama, adam orada hep 3 kişi çalışmış. Adam, istikrarlı bir bildirimde bulunmuyor. O tespit tutanaklarındaki işçi sayısı ve ücretlerini esas alıyor; birincisi.

İkincisi, o atölyenin niteliği ve niceliğini biz tespit ediyoruz. İşte diyoruz ki, burada 10 tane makine var, işte burada 8 tane işçi çalışır, bir tane müracaatta çalışır, bir tane şurada çalışır falan. Emsallerine göre bu müesseseye benzer, aynı işi yapan bir başka müessese var mı diye civarında emsal müesseseler arıyoruz, onların bildirimlerine bakıyoruz. Yetmezse, ilgili meslek odalarından bilgiler alıyoruz. Mühendisler Odası, Mimarlar Odası, Esnaflar Odası, Sendikalar, üniversiteler; yani, en biliyorsunuz bilirkişi kim; üniversiteler, en iyi bilen kim; üniversiteler. Biz, diyoruz ki: “Şu nitelikteki bir işyerinde kaç kişi çalışır?” Tabii, sayın hocalarımız bunu bilimsel metotlara vuruyorlar. Diyorlar ki: “Bu nitelikteki bir işyerinde şu kadar işçi çalışır” yani, en son olay bu; yani, hiç çıkamazsa sigorta müfettişi, işi üniversiteye gönderiyor.

Sigorta müfettişi buradan aldığı bu boneler, bu kriterleri esas alıyor ve bir ek tahakkuk çıkartıyor. Bu ek tahakkuku tebliğ ediyor, parasını alıyor; iş bitti mi; hayır. Şimdi, olay burada, şimdi bizim mücadelemiz burada. Siz, geldiğinizde bu safhayı geçmek üzereydik.

DERYA ASLAN- Veriler vardı ve çalışmalar yapılıyordu.

ORHAN AYDIN- Onu hayata geçirdik, aşağı yukarı 1,5 senedir; yani, benimle birlikte bu hayata geçti. Ancak, şimdi bizim ikinci mücadelemiz başladı, bu çok önemli yasada da yok. Biz, diyoruz ki bu ek tahakkuku kim için alıyoruz; çalıştığı halde bildirilmeyen işçiler için alıyoruz. O halde biz, bunları da tespit edebilirsek, mesela, diyelim ki, 7 kişi tespit edilmiş, hatta 7 kişi değil de, 4 tanesini tespit etmişiz; ama, biz, 7 kişi için tahakkuk almışız, ek tahakkuk. Bu para bu 4 kişinin sosyal güvenliğine mahsup edilsin bu para diyoruz; yani, onlara aynen bildirge bordro verilmiş gibi işlem yapılmış. Şimdi, kanunda yok dedi, bundan önceki Sayın Genel Müdür bu kanunda yoktur, bunu isteyemezsiniz. Biz de dedik ki: “Biz, müfettişiz biz bunu talep ederiz; ama, uygulamak sizin yönetimindir. Siz, uygulamaya bilirsiniz; ama, biz müfettiş olarak eğer, orada çalışanı da tespit ettiysek biz, bunu isteriz”.

Şimdi, bu seçim sathı mailine girildi. Biliyorsunuz, Türkiye’de seçime girilince birçok olay ve böyle hayati konular bir müddet kalıyor. Sanıyorum, bu 1-2 ay içerisinde; yani, bizim buradan gayemiz şu: Çalışanların hakkını korumak; yani, adam diyor ki: “Ben, bu işyerinde çalıştım” diyor, gidiyorsun çalışmış. Tamam, ek tahakkuk da yapıyorsun, o zaman bunun hakkını ver, bu çalışanı tespit ettiğine göre, bu parayı da alıyorsun adamdan buna ver. Kanunda bu konuda dönüşüm olmadığı için diyorlarki: “Siz, bunu talep etseniz bile biz, yerine getirmeye biliriz” diyorlar. Olay o aşamada; ama, inşallah neticelenecek. Devlet, insanların lehine düşünmek durumundadır; yani, biz, öyle düşünüyoruz.

SORU- Türkiye’de çeşitli konularda, çeşitli yasal düzenlemeler yapılıyor. Bu yasal düzenlemeler yapılırken bazı kurumların ve de bazı büyük firmalar göz önüne alınarak yapılıyor benim gördüğüm. Mesela, bir örnek vereyim, hisse senedi alım satımında sonucunda oluşan kâra mesela bir vergi getirildi. Çeşitli başlıklar nedeniyle bu geri çekildi veyahut da süresi uzatıldı.

Siz mesela -genel anlamda soruyorum, kimseyi kastetmiyorum. Zaten temsil kurumundan kimseyi tanımam, görmem- teftiş yaparken böyle büyük firmalar veyahut da küçük firmalar ayrı oluyor mu veyahut da teftişlerininiz de sizin üstlerinizden baskı oluyor mu, büyük firmalarla bazı şeyleri görmezlikten gelme durumu oluyor mu?

ORHAN AYDIN- Çocuklar, şimdi, Türkiye’nin bir bazı gerçekleri var bu ne; torpil. Herkes; yani, yeni konuşan çocuktan, en yaşlı insana kadar Türkiye’de çok yaygın bir olay. Türkiye’de hiç kimse hakkına razı değildir, hiç kimse yasalara uymak istemez, herkes kendi menfaatine bir şeyler olmasını ister. İşte onun adına da kısaca torpil demişler.

Bakınız, bizim başımıza geçenlerden birisi Sayın Cumhurbaşkanının kardeşi Ali Demirel’in yüksekokulu var. Yıllar önceki bir olayı anlatıyorum, o Maltepe’deki okula teftişe gitmişler. Arkadaşlar, tabii çalışmalarını yapmışlar, tabii kimsenin haberi yok, ne yapacağından, ne yaptığından tabii dönüp gelince birçok borç çıkmış. Ali Demirel o zaman ağabeysi Başbakan ona söylemiş. Demişler ki: “Sayın Başbakanım yapılacak bir şey yok, olay bitmiş” demişler. Ali Demirel bu kadarı gördü ya ondan sonra ne kadar sigorta müfettişi gittiyse, adamı içeriye almamış. Polisten gidenler olmuş, hadiseler büyümüş. Demişler ki: “Orayı teftişten bu sene sarfı nazar edin programdan çıkartın” demişler; bir olay. Bu sizin söylediğinize sanıyorum uygun.

Bir başka olay, büyük bir firmanın bizzat başından geçeni anlatıyorum: Çok büyük bir firma, inşaat firması teftişine gittik. Biz, teftişte neye bakarız; bu müessesenin Vergi Usul Kanununa göre düzenlemek zorunda olduğu yasal defterlerine bakarız. Bu defterlerin münderecatına, sarf evraklarına bakarız, bildirgelere bakarız, bordrolara bakarız, sigortalı işe girişlere bakarız. Bir de diyelim ki, defterde 1 000 liralık bir ücret var, bu kuruma 1 000 lira olarak aksetmiş mi onabakarız, artı fazla bir para varsa, mesela, 2 000 lira yazılı da kuruma 1 000 lira bildirildiyse ve adam izah edemiyorsa, ona ek matrah olarak alırız ve primini alırız; yani, biz, bunlara gizli matrah diyoruz. Adam, defterine fazla yazar, kuruma az bildirir yahut kuruma çok bildirir, defterine az yazar, bunların her ikisi de aynı işleme tabiidir, ceza görür, artı ek tahakkuk yapması lazım.

Adam dedi ki: -farz et şimdi 99 yılındayız, işte bu aylardaydı. Bunlar hep bilgisayarla işlem yapıyorlar- 99 defterlerimiz bilgisayarda, biz, bunu yıl sonunda basıyoruz defter şeklinde”. Dedik ki: “Olmaz, bunu görmemiz lazım” “bilgisayarda görebilirsiniz, hangi mahsubu istiyorsan” “yok olmaz”. Dediler ki: “Yahu ne olacak” her şey yok, bunu basacaksınız bu ay ne ayı Mayıs ayının kaçı; 6’sı mı 5’i mi; 6’sı. Basacaksınız, Mayısın 6’sına kadar dökümü yapılacak tasdikli deftere getireceksiniz, göreceğiz. Olurdu olmazdı münakaşa büyüdü. Dediler ki: “Biz, bunu size vermeyiz” “vermezseniz, tabii vermiyoruz diye bilirsiniz cezası var, her şey var”. “Hayır ceza da vermeyiz, size de vermeyiz”. Dedim ki: “Vallahi bu iş o halde gelmesin, o ne size, ne bize iyilik getirmez; ama, bu o kadar zor değil, işte düğmeye basacaksın 2 gün sonra bu yazılacak, defter olacak. Siz, bunu ibraz ettirmekle neyi amaçlıyorsunuz, şimdi ben, daha çok işkillendim, ben, rapor vereceğim, şimdi sizin bütün kayıtlarınıza, 10 yıllık geriye gideceğim”. Neyse, adamlar uğraştılar, çeşitli mercilere gittiler. Onun için demin arkadaşınıza aynı şeyi söyledim. Bizim mesleğimizde pek olmaz, kimse bir sorarlar işte “ora mıydı, ne oldu orada bir şey mi var?” “evet, adam kayıtlarını ibraz etmiyor, zorluk çıkartıyor, ben de 10 yıllık kayıtlarını istedim” deyince.

Tamam, olur sigorta müfettişinin en çok başına gelen olaylardır bunlar. Adam işte bilmem ne milletvekili, bilmem ne bakanının, bilmem kimim yakınıdır, akrabasıdır; baskı kurmaya kalkarlar. Sigorta müfettişinin özü, erdemi meydana orada çıkar; o hiç kimseyi dinlemez, hiçbir baskıyı kabullenmez; ama, onları reddetmez, kızmaz, bağırmaz, çağırmaz “tabii hay hay der, buyursun gelsin görüşelim” der. Mali müşavirler vardır, 1 tane, 2 tane, 3 tane hatta bizim genel müdürlüğümüzü yapan insanı gidersiniz, o müessesenin mali müşaviridir. Bir müddet sonra bir de gelir ki, senin eski genel müdürün kalkarsın saygı gösterirsin, “buyurun efendim” dersin. “Neydi der?” sen o kadar ilgi gösterince o genel müdür de yıllarca genel müdürlük yapmıştır; yani, bir şey diyemez, bir şey söyleyemez.

Müfettişliğin özü orada başlar, bu tür olaylarda başlar ve orada da biter; yani, taviz kabul etmez. Etmeyenler var, edenler yok mudur; tabii olmuştur, olabilir; yani, Türkiye’den hiçbir şeyi soyutlayamazsınız. Türkiye’deki yaşamın birçoğu size de akseder. Diyelim ki biz, 400 müfettişiz, 380’inde yok; ama. 20’sinde varsa vardır; anlatabildim mi? İşte biz, o 20 kişiyle uğraşıyoruz; yani, o 20 kişiyi Teftiş Heyetinin dışına çıkartmaya çalışıyoruz. Genelde olmaması gerekir diye düşünüyorum, yok diyorum; ama, Türkiye’den soyutlayamazsınız. Gerçekler var, kuvvet var, sen istemesen de bir şekilde seni değiştirebilirler. Bilmem ne yaparlar, çekerler, seyahatini iptal ederler. Bunlar karşılaştığımız şeyler; ama, samimi olarak söylüyorum, sigorta müfettişleri bu konuda taviz vermezler. Hatta tam tersine bütün arkadaşlar kenetlenir, o müesseseyi artık nefes aldırmayız; yani, belki o gün kurtarır; ama, ondan sonraki günlerde o müessese artık biz de damgalıdır. Öyle de bir meslek dayanışmamız vardır.

SORU- SSK’daki idari kadro genelde çekirdekten yetişme gelip de kademe kademe en üst basamaklara kadar çıkıyorlardı. Son dönemlerde özellikle SSK Genel Müdürlüğüne baktığımızda, sürekli dışarıdan atamaların olduğunu görüyoruz. Böyle kurumu iyi tanımayan genel müdürlerin ya da daire başkanlarının önemli mercilerde bulunan kişilerin kurumda çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

ORHAN AYDIN- Bunun iki türlü cevabı var; tabii bu dışarıdan gelen bir insanların kurumu tanımaları, insanları tanımaları çok uzun zaman alıyor ve büyük bir zaman kaybına sebep oluyor. Şu son 10 yıldaki Sosyal Sigortalar Kurumunun bu hale gelmesinin sebebi makro politikaların yanında bu tür dışarıdan gelen insanların yönetici olmasıdır. Buna gerekçe olarak da dediler ki mesela, “Sağlık Bakanlığına doktor bakan atamayız” “niye?” “mesleki bağnazlık olur” yani, şimdi İçişleri Bakanlığına mülkiye mezunu bir milletvekilini atamıyor, niye; mesleki bağnazlık olur. Ben, bunun bir mantığını bulamadım ve hâlâ da merak ederim, her vesilede bunu ortaya getiririm, böyle bir şey olmaz.

Tabandan gelip genel müdür olan şu andaki bizim Genel Müdürümüz memurluktan beri böyle kademe kademe gelmiş, şu anda Genel Müdür. Ne kadar ömrü var, onu bilemiyoruz; başlayalı 3 ay oldu, şubat ayında.

Beyler, bütün müesseseler Türkiye’de özeldir; yani, kendine hastır. Şimdi, siz ne kadar bilgili, ne kadar deneyimli olursanız olun bir müesseseye geliyorsanız.

Şimdi, bakınız, buraya ben, geldiğimde hiçbirinizi tanımıyordum; ama, şimdi, birçok yüzü tanıyorum, daha önceki tanıdıklarımı tespit ediyorum. Ben, bunlarla daha önce konuştum diyebiliyorum; ama, ne kadar Sayın hocam kadar hepinizi tanıyabilir miyim; mümkün değil. Niye; çünkü, ben daha geleli 2 saat oldu. Sîzleri tanımalıyım, sizleri irdeleyebiimem içinde özelliklerinizi bilmem lazım, falan. Halbuki bir kurum hayatiyeti taşıyor, insanlara maaş bağlıyor, kesiyor, birçok çalıştırıyor; yani, hayat devam ediyor. Şimdi, buraya geliyorsunuz siz, hareket eden bir şeyin içerisine biniyorsunuz ve hiç kimseyi tanımıyorsunuz. Bir süreç geçiyor, bu 1 sene mi olur, 6 ay mı olur, 2 sene mi olur? Kesinlikle yanlı| bir tasarruf olarak niteliyorum, hiç de tasvip etmiyorum; ama, maalesef oluyor.

Prof. Dr. GÜRHAN FİŞEK- Göçük olduğu zaman cesedi bulamazsak, sosyal güvenlik kuruluşu konusunda ne olacak?

ORHAN AYDIN- Bizim için iş kazasını yapan müfettişin olayı tespit etmesi; yani, şimdi mesela bazı haklar yönünden ölünün bulunması lazım sanıyorum bazı hakların olması işte miras hukuku açısından falan; cenazenin bulunmuş olması lazım. İş kazalarında böyle bir lazımiye yok; yani, biz iş kazası olduğunu adamın kesin orada öldüğünü müfettiş tespit ediyorsa, göçüğün altında kaldığını ve çıkartılamadığını tespit edip de bunu rapor ediyorsa, eş ve çocuklara maaşını bağlıyoruz. Diğer hukuk dilimlerindeki olay burada pek geçerli değil. Muhakkak geçerlidir de burada bir özelliği var; yani, iş kazasının özelliğinden kaynaklanan bir aciliyet var.

Buyurun.

SORU- Hocam, yeniden yapılanma çerçevesinde başkanlık modeli tekrar gündeme geldi. Sizce bu model gerçekleşebilir mi gerçekleşirse, çözüm olabilir mi?

İkinci bir sorum da içinde bulunduğumuz hafta İşçi Sağlığı İş Güvenliği Haftası SSK iş güvenliği denetimiyle ilgili ne gibi engellerle karşılaşıyor.

Teşekkür ederim.

ORHAN AYDIN- Yapılanmayla ilgili konuya bir cevap vereyim. Bunun özünde şu var: Toplumda herkes yasalara uygun hareket etse, böyle bir şeye gerek yok; ama, örnek diye söylüyorum, birçok nüfuzlu insanlar gelip sizin kurumunuzda haklı haksız birtakım taleplerde bulunuyorlar ve sizin asıl işlevinizin haricinde bunlarazaman ayırıyorsunuz, para ayırıyorsunuz. Mesela, denilmiştir ki, şu kadar sigortalısı olan yere sağlık istasyonu açılır. Bu kadar sigortalı, aktif sigortalı, şu kadar da emekli sigortalı yoksa oraya sağlık istasyonu açılmaz. Bu bizim matematiksel bir prensibimiz; ama, partici geliyor, politikacı geliyor filan kasabaya bir sağlık istasyonu. Bakıyorsun, aktüel rakamlara “hayır buraya yapılmaz” diyorsun “yapıvereceğim” diyorlar. Şimdi, bir doktor, bir hademe, bir hemşire, çırağı bilmem ne bir sürü masraf orada da yeterli sayıda işçi yok; bu fuzuli bir gider.

Yeniden yapılanma neden doğdu; bu tür politik, ekonomik baskıların kurumun üzerinden atılması. Bunu nasıl atarız; bugünkü şartlarda mümkün değil. Mali ve ekonomik özerkliği olan bir müessese her ne kadar kanunda bizim mali ve idari özerkliğimiz varsa da, 1980 İhtilalinden sonra kurum bağlı kuruluş olarak bakanlığa bağlanmıştır. Yönetim Kurulu üyelerindeki bizim en etkili organımız Yönetim Kurulu. Yönetim Kurulundaki insanlara atama suretini siyasi otorite getirmiştir, artık siyasi otorite ne diyorsa, onların sözü geçerli. Gerçek kurumun istediği ne yatırımlara, ne personeli, ne de diğer işlevlerini yürütemez oldular, artık siyasi otorite ne diyorsa o. Siyasi otorite adil, iyi, düzgünse mesela yok, zaten o zaman sorun da yok. Ama, adam kişisel yahut da partisel menfaatleri ön plana tutarak tasarruflarda bulununca, işte bu ihtiyaç ondan doğdu.

Kanun çıkar mı bilemiyorum, çok zor deniliyor falan. Çıkarsa iyi olur; çünkü, bu müessese artık bu tür yükleri kaldıramaz olmuştur; yani, vereceği maaşı sen ayarlamıyorsun. Biz, yaşlılıktan verdiğimiz maaşları biz ayarlamıyoruz, onlar ayarlıyor. Biz, memurlara diyelim ki biz, 3 kişi değil de bir kişi çalıştıracağız; ama, bir kişiye de çok iyi para vereceğiz. Bunu deme şansımız yok, diyemiyoruz. Biz, diyoruz ki asgari ücret şu olsun, azami ücret bu olsun, azami ücret olmasın; ama, adam diyor ki: “Hayır, asgari ücret bu olacak, azami ücret bu”. Biz, aktüerya hesaplarımızı kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda hazırlayamıyoruz. Bu nedenle de özerk bir kuruş olmak istiyoruz. Özerk kuruluş olunca ne olacak sağlık tesisleri Genel Müdürlük olacak, sigortacılık bir Genel Müdürlük olacak belli çok da iyi olacak; bu konu bu kadar.

İş güvenliği konusu şu: Tabii iş güvenliğinin aslında Çalışma Bakanlığı İş Müfettişleri var, onların görevleri; fakat, 3917 sayılı Kanun bu iş kazalarından dolayı bize de bu görevi yüklemiştir. Biz ne yaparız; biz, işyerlerine program gereği veyahut da bir nedenle gittiğimizde bir tespitler yaparız. Kaç tane işçi çalışıyor, ne zamandanberi çalışıyor, kaç lira ücretle çalışıyor diye. 0 arada işyerine gezerken iş güvenliği ve işçi sağlığına aykırı durumlar var mı yok mu onu da bakarız. Diyelim baret, emniyet kemeri, maske, eldiven, gözlük, iş elbisesi, makinelerde iş güvenliğiyle ilgili pervanelerde koruyucu var mı, zincirlerinin üzerinde koruyucu var mı, şeritlerin üzerinde koruyucu; yani, bu tür çıplak gözle görüleceklere bakarız, uymuşsa uymuş deriz, uymamışsa, uymamış deriz biz bunu raporumuza bildiririz; bunu böyle çalışma müdürlüğüne gönderir sigorta müdürlüğü. Bölge çalışma müdürlüğü ona göre gereğini yapar; yani, iş güvenliğiyle ilgimiz bizim bir iş kazaları meslek hastalıkları yönündendir, orada çok önemlidir, iş kazalarında, meslek hastalıklarında. İşverenin almadığı tedbirler olabilir, o nedenle iş kazasına duçar olmuştur, meslek hastalığına duçar olmuştur; o bakımdan önemlidir.

Bir de genelde gittiğiniz program gereğince gittiğimizde bir de böyle bakarız. İşte iş güvenliğine uymuştur veyahut uymamıştır şeklinde.

Evet…

DERYA ASLAN- Hocam, biraz da müfettişlerinin çalışma koşullarıyla ilgili bilgi verir misiniz?

ORHAN AYDIN- Tabii 20 sene önce, 15 sene önce Türkiye’nin koşulları da çok değişikti, ihtiyaçları vardı. Sigorta müfettişliği çok halkla iç içedir, biz her yere gideriz; yani, işçinin, işverenin olduğu her yere biz gideriz. Gittiğimiz yerde eskiden araç yok, kurumun verdiği araçla giderdik. Gittiğiniz yerde otel yok, lokanta yok, birçok kazalar mesela şöyledir: Kırıkkale’de çalışır; ama, aslında Çorum’un bilmem ne köyündendir adam iş kazası geçirmiştir, malul olmuştur, onu ilk tedaviden sonra köyüne göndermişlerdir, ta dağ köyüne.

Sabahtan çıktık, -ben yine bir hatıramı anlatayım, burada- biz, cipe bindik köye gittik, köye seçimden -en son seçim kaç yılındaymış neyse bilmiyorum- veri ilk vasıta bizim vasıta. Bütün çoluk çocuk ne kadar insan var, cipin başına toplandı. Dedik ki: “Yahu biz, falancayı arıyoruz” “ne yapacaksınız, o hasta adam” dediler “biz, işte onun için geldik” dedik. Muhtar falan diyor ki: “Yahu gerekmez, yoksul, fakir, hasta onunla ne yapacaksınız, siz kravatlı falan adamsınız; yani, ne olacak” diyor. Adamların bakış açısı o, gitti mi muhtara gideceksin, onun misafiri olacaksın falan. Tabii biz, o zaman çok gencim, çok da sinirlendik. Gittik, adam da gerçekten fakir kaza tahkikatı eksikolduğu için maaşını da alamamış, mağdur bir durumda. Neyse bir tahkikatı yaptık, bitirdik ve adamlara da kızdık ve köyde hiç durmadan bastık gittik, yolumuz uzundu.

Ankara-Samsun yolunda Ulusoy Tesisleri var, onun hizasında ta dağın başında bir köydü, biz oradan aşağıya geleceğiz. Açlıktan öldük, şoför diyor ki: “Yahu ağabey ben daha gidemiyorum”. Neyse bir köy, köye geldik orada bir hanım ekmek yapıyor; ama, böyle kokusu ta bize uzaktan geldi. Ciple gittik dedik ki: “Yahu hala bize de ver” “olur oğlum lafımı olur” dedi. Kadıncağız 2’şer tane verdi, 2 tane’şoföre, 2 tane de bana. 2 taneyi bu elime almışım; yani, o kadar açıkmışız ki “hala bir tane daha ver” dedim. Dedi ki: “Oğlum, benim çocuklarım ne yiyecek?” dedi, 1 tane daha verdi, onu da böldü yarısını şoföre verdi, yarısını bana. Dedik ki: “Bize 2’de yumurta ver?” dedi ki: “Oğlum burası köy burada yumurta filan olmaz” “hala ya tavuğun yok mu?” dedik “var, benim çocuklarımın şeyini size mi vereceğim” dedi. Dedik ki: “parasıyla” “burada para olmaz”. Neyse bize 2 tane de yumurta verdi. Köyden çıktık, o egzoz var, egzoz motorda egzozun çıkışı tek sıcak yer orası. Yumurtaları onun üzerine koyduk, biraz ısındı pişti olmaz; yani, azıcık ısındı o kadar. O iki bazlama mı diyorlar; herhalde bazlama onu yedik, çıktık geldik; ta akşam Sungurlu’ya geldik.

Bizim koşullarımız eskiden bu kadar ve daha da zor; ama, şimdi öyle değil. Şimdi, her şehirde bir yemek yiyecek yer var, kesim var, hatta güzel oteller var, hatta yıldızlı oteller var, çok güzel otobüsler var, vasıta sorunu yok, minibüsler var; yani, bugünkü koşullar çok farklı. Bizim mesleğe girdiğimiz gündeki koşullarla bugün mukayese bile edilemez, şimdi arkadaşlarımız uçakla gidiyor. Mesela, Diyarbakır’a, bilmem nereye uçakla gidiyorlar. O zaman uçak bile yoktu; yani, 20 sene önce Van’a, bilmem nereye, Erzurum’a uçak bile yoktu.

Şimdi, bütün bu imkanlardan, teknolojiden arkadaşlarımız faydalanıyor, güzel otobüsler var, rahat minibüsler var. Gidiyor, orada yemek sorunu yok, otel sorunu yok; çünkü, her yerde hemen hemen bütün kazalarda artık var. Bir de artık bizim öyle uzun boylu işlerimiz oralarda kalmadı. İnsanlar daha yatkın oldu, bu işçi çalıştıranlar daha kanuna uymaya çalışıyorlar, işçiler “az para ver, bizi sigortalı yap” diyenler var. Artık çalışma hayatının bünyesinde alışılmış bir olay sigortalı çalışmak, sigortalı çalıştırmak; yani, sorun olmaktan çıktı. Bilmiyorum, cevap verebildim mi?

DERYA ASLAN- Biraz önce maden ocağı ya da kum ocakları değil de birtakım örnekler verdiniz ve buralara sizin teftiş uzmanlarınız gidip teftiştebulunuyorlar, müfettişleriniz. Kendinizi mesela, burada diğer işçinin size verdiği bilgi olmasaydı, doğru tespitte bulunamayabilirdiniz. Yeni gelen müfettiş adaylarınız için hiçbir formasyonunuz var mı, sizin kendi deneyimlerinizi, tecrübelerinizi anlattınız, bir ön çalışmanız var mı?

Buna bağlı bir soru sormak istiyorum: Sonuçta bir teftiş müfettiş, birçok sosyal güvenlikle ilgili teftiş sırasında birçok birimle, birçok sorunla karşılaşıyor, bunları diğer çalışanlardan, örneğin, diğer dairelerinizden daha kolay tespit edebiliyorsunuz. Bu tecrübelerinizi kurum içinde nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin, işverenin eksik bildiriminden bahsettiniz, bu sorun sanırım birkaç yıllık bir sorun değil daha evveliyatı var. Bununla ilgili tasarıların hazırlanması ne kadar sürüyor, bir sonuç alınması ne kadar sürüyor?

ORHAN AYDIN- Tabii, müfettişlik kariyer mesleği imtihana giren şimdi yazılı imtihanı ÖSYM yapıyor. Yazılı imtihanı alan arkadaşlarımızı biz, bir müddet sonra mülakata çağırıyoruz. Mülakatta neye bakıyoruz?

Bir, temsil kabiliyetine bakıyoruz. İşte konuşma özrü veya başka bir özrü olup olmadığına bakıyoruz. İfade yeteneğine bakıyoruz, giyimine kuşamına bakıyoruz, odaya giriş çıkışına bakıyoruz. İnsan sevgisini anlamaya çalışıyoruz var mı; çünkü, bizim mesleğimizde eğer, sevgi yoksa, bu işi yürütmek mümkün değildir. Zalim, gaddar bir adamın işi değildir sigorta müfettişliği, insan sevgisiyle dolu olmalıdır.

Bu mülakatı kazanan arkadaşlarımızın atamaları yapılır başlarlar ve bunlara 6 ay genel temel eğitim dediğimiz iş hukukundaki bazı hükümleri ve 506 sayılı Kanunun bütün maddelerini, yönetmelikleri, personel yönetmeliğini, 657 sayılı Kanunu; yani, haklarını, yükümlülüklerini. Memur olmanın ne hakkı var, ne hükümlülüğü var, ne yasağı var bunları… Müfettiş olmanın hakkı, görevi, yapmaması gerekeni… 6 ay süreyle mesela, söylüyorum hesap uzmanları, sigorta müfettişleri, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğündeki daire başkanları, bakanlıktaki birtakım daire başkanlar!, bizim grup başkanlarımız… Bu bakanlıkta bazı müesseseler vardır, bu iş güvenliği, işçi sağlığıyla ilgili onlara ve geçen sene hukuk fakültesinde Anayasa, Medeni Kanun, Ticaret Kanunu gibi kanun ve mevzuatla bir müfettiş refakatinde, birlikte çalışmayla başlar, 6 ay bir müfettişle birlikte çalışılır, müfettiş ne yaparsa, onu yapar, ne yerse, onu yer; yani, müfettiş neredeyse, yeni genç arkadaşımızda onun yanındadır, onunla yaşar, onunla yatar, onunla kalkar, o ne yapıyorsa, onu yapar.

Üçüncü 6 ayda, o müfettişten alınır, diğer müfettişe verilir, bir başka müfettişe verilir ve böylelikle 3 sene dolar. 3 senenin sonunda, bunları biz bir imtihana tabi tutarız, bu sefer bilgi ağırlıklıdır, müfettişlik mesleğiyle ilgilidir, o imtihandan muvaffak olanlar müfettiş olur, olamayanlar memur olarak atanır, çok özeldir, çok emek veriyoruz; yani, inanın ki, bizim mesleğimizin şu anda en önemli yanı; çünkü, yaşlılar hep emekli oluyor, genç arkadaşlarımızı alıyoruz, onların eğitimini çok önemsiyoruz, çok üzerinde duruyoruz. Bu eğitim, çok önemli bir olay, öyle herkesin verebileceği bir olay değil, özel bir meslek; çeşitli imkanlardan faydalanmayı, üniversitelerden faydalanmayı amaçlıyoruz ve çok iyi bir üç sene geçiriyorlar, ondan sonra da müstakil müfettiş oluyorlar. Tabii, kendilerinin deneyimleri çok daha önemli; eğer, meraklılarsa -işte dediğimi gibi, çok çalışmanız lazım dediğim oydu zaten-üretiyor, çalışıyorlarsa, zaten bakıyorsun ki üstadını geçmiş. Özellikle 2 seneden sonrş, yanında bulunduğu müfettişten daha iyi çalışan, daha iyi muhakeme eden, daha iyi değerlendiren, müfettiş yardımcısı arkadaşlarımız var ve bunların birçoğu da sizin arkadaşlarınız; çok güzel, çok kalite müfettişler; yani, her yere gönderebiliyorsunuz, dürüst, namuslu, çalışkan, bilgili.

DİLER TEFİK- Bir şey sorabilir miyim? Cinsiyet ayrımı var mı; yani, kadınların müfettiş olamaması gibi bir durum var mı?

ORHAN AYDIN- Yok kızım, yok da, bak, asıl sorun ne biliyor musun? Şimdi, öyle yine oda mülkiye mezunu bir kız, hesap uzmanının karısı, affedersiniz hamile; ateş gibi bir çocuk, böyle mülakatta, çok da sevdik onu; yani, ne soruyorsan, ne söylüyorsan, çatır çatır cevap veriyor. Dedim ki “tamam, kazandın, müfettiş oldun, hamilesin, yarın anne olacaksın, ne olacak kızım şimdi? Eşin de hesap uzmanı, o da seyahate gidiyor, ne yapacaksın? Tamam; yani, biz seni çok sevdik, gel, bizimle beraber çalış, bunu da çok istiyoruz; ama, sen ne yapacaksın” dedim. Böyle elini vurdu “ben, bu konuyu başından düşündüm, onun için müracaat ettim, benim için hiç sorun değil” dedi. Dedim ki “yavrum, bak, ben babayım, benim kızım var, şimdi de doğum yaptı, bankada çalışıyor. O da senin gibi böyle konuştu; ama, şimdi, annesi olmasa, mümkün değil; yani, bebeğe bakacak kimse yok. Sen, sonradan sorun yaratırsın” “hayır yaratmayacağım” dedi. Şimdi girdi, müfettiş muavini, doğum yaptı, geçen gün gelmiş “ben, size söz verdim; ama, efendim, ben çaresizim, ne yapacağım şimdi, bununla ne yapacağım. Kocam falan yere gidiyor, annem yok, bu çocuğa kim bakacak?” dedi, “ben, sana, sıkıntı olur demedim mi?” dedim. Bayanlar, genç kızkençok başarılıdır, Türkiye’nin en iyi memurlarıdır, en akıllı, en çalışkan, en bilgilileridir, istisnasız Türkiye’de böyledir; önce evlenirler, bir kere işe verdikleri dikkatin bir kısmı, kocalarına gider, bir müddet sonra anne olurlar, çocuklarına gider; artık, iş, üçüncü sırada kalır. İşte, sizin çözmeniz gereken önemli sorunlardan birisi budur. Tabii evleneceksiniz, doğru, tabii çocuğunuz olacak, anne olacaksınız, doğru; ama, buna, karar vermelisiniz, işbölümüne, bu sorunlara, nasıl çözeceğinize, bunun üstesinden nasıl geleceğinize karar vermeniz lazım. Türkiye’de tüm bayanlarda bu sorun vardır ve giderek de büyüyor, kreşler yetmiyor, kreşe vermek istemiyor falan; yani, çalışma hayatında, kadınlar -bana göre- geç kızken, Türkiye’nin en iyi elemanlarıdır, istisnasız tüm mesleklerde; ama, evlenir, anne olur, ilgisi azalır.

Hepinize çok teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

Diğer Yazılar