Ali Osman Abacı : “Zor Yollardan Geçtik”
Ali Osman Abacı… O bir zamanlar çıraktı; şimdi usta. Ankara-Çubuk’un köyünden. Ana babası toprakla uğraşmışlar ama 1981’de, o dört yaşındayken, Ankara’ya göçmüşler. O zamandan beri az olan topraklarını da “icar”a veriyorlarmış.
Ankara’ya göçme nedenleri kalabalık aile. Sekiz kardeşlermiş; beş erkek, üç kız. Ali Osman, ailenin 6.çocuğu. Aydınlıkevler SSK Bloklarında bir daireleri varmış ama sığamamışlar. Yenimahalle taraflarında, bir gecekondu yapmışlar. Ama ne suyu var, ne elektriği. “Çocuklukta çok sefillik çektim” diyor. İlkokula annesinin kara-bezden yaptığı çantayla gitmiş; çünkü ellerinde avuçlarında yokmuş. Babasının düzenli bir işi olmamış; ağabeyleri de traktörle meyve-sebze satarak geçimlerini sağlamışlar. Hala bu işi yapan ağabeyleri varmış.
Ali Osman, yaşamının farklı olmasını istemiş. Onu okutmaya güçlerinin yetmeyeceği ortada. Bu durumda çıraklıktan başka seçenek kalmıyor. 10 yaşında çalışmaya başlamış; yedi yıl aynı işyerinde çalışmış. Çıraklığım güzel geçti diyor; “Şimdi bile dönüp baktığım zaman yaşamımın en güzel dönemiydi” diyor.
Ali Osman Abacı, anlatımını şöyle sürdürüyor :
“Ama ustalar sertti. Bize çok şey öğretme çabasındaydılar. Az elimize-avucumuza kumpas yemedik; az kulağımız çekilmedi. Çünkü o dönemlerde çocuk işyerine verilirken, “Eti senin, kemiği benim” denirdi. Ama ustalarımız, hiç küfretmezdi; bu o yaş çocuğu için çok önemlidir. İşyerimde çok sayıda çırak olduğu için, arkadaşlarım oldu. Birbirimize şakalar yapardık. Her öğlen, sokağa demir kaleler koyar; büyüklü küçüklü takımlar kurar, futbol maçı yapardık.
Ne günlerdi… O işyerinden ayrıldıktan 20 yıl sonra Hasan ustamla sokakta karşılaştım; birbirimize sarıldık ağladık. Ne kadar özlemişiz o günleri.
Çıraklığım boyunca ufak tefek iş kazaları geçirdim. Ben tornacı çırağıydım. Ustamızın tornasının ucundaki talaşları, ellerimizle temizlerdik. O zamanlar koruyucu eldiven tanımazdık. Şimdiki gibi iş güvenliği filan bilinmezdi. Metal çapakları temizlerken, keskin kenarları ellerimizi keserdi. Zaman zaman el parmaklarımız ya da ayak parmaklarımız da yük altında kalır ezilirdi. Ama bir kez büyük sayılabilecek bir kaza geçirdim. Üzerime bol bir kazak giymiştim; hızla dönmekte olan torna, kazağımın ucundan kaptı ve beni bir kaç tur döndürdü. Sırtımda derin yara meydana geldi. Babam işyerine geldi ve beni hastaneye götürdü. Birkaç gün istirahatli kaldım. Ama çok ucuz kurtulmuştum. Çünkü böylesi iş kazalarından ölüm çok görülürdü.
Askerlik öncesi dört yıl farklı bir işyerinde çalıştım. Orada dik planyada, yani dişli imalatında çalışmayı öğrendim. Böylece iki meslekli oldum.
2003 yılında evlendim şimdi iki kız çocuğum var. Biri 9 yaşında, öteki 12 yaşında. Onların okumalarını çok istiyorum. Biri doktor ya da hemşire, öteki öğretmen olmalı. Hem kendine yararı olsun, hem de vatana millete.
Geri dönüp baktığımda, çıraklık yolunu seçmekle doğru yaptığımı düşünüyorum. Çok zorluk çektim; ama başka seçeneğim yoktu ki. Bugün bile, eğer okuyamayacaklarsa, çocukların sokakta havai gezmek yerine çıraklık yapmasını doğru buluyorum. Hem bir mesleği olur; hem de ailesine bir yardımı olur.
Ama dünya çok değişti. Bizim zamanımızda ustalar, öğretmen gibiydi. Sana bir şeyler öğretmek için çok çaba gösterirlerdi. Şimdi öyle değil; aldırmıyorlar bile. Kimsenin bir diğerine hayrı yok.”