İsmet Yaz
ONBİRİNCİ OTURUM
15 Nisan 1998
Konuşmacı: İSMET YAZ
(SSK Finansman Müdürü)
BAŞAR BAYPINAR- Değerli arkadaşlar, SSK Tarih Tanıkları Dizisinin bugünkü konuşmacısı SSK Finansman Müdürü olarak görevini sürdürmekte olan Savın İsmet Yaz. Kendisi kısaca özgeçmişinden bahsedecek ve daha sonra bize genel bir perspektif çizmesi açısından bir giriş yapacak, ardından da soru-cevap biçimindeki etkileşimlerimizle konferansımız ivme kazanacak. Kendilerine geldikleri için, her şeyden önce grubun üyeleri ve tüm Çalışma Ekonomisi öğrencileri adına teşekkür ediyorum ve sizleri Sayın İsmet Yaz ile başbaşa bırakıyorum.
İSMET YAZ- Değerli arkadaşlar, ben 1975 yılının nisan ayından bu tarafa SSK Genel Müdürlüğünde çalışıyorum. 25 yılı geçkin bir zamandır değişik yerlerde tamamı Muhasebe ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı olmak üzere SSK’nın değişik bölümlerinde 23-24 yıla yakın hizmetim vardır. Kurumun hemen hemen çeyrek asra yaklaşan durumunu yakinen izledim bugüne kadar, çeşitli tecrübelerim oldu, çeşitli hadiselere şahit oldum, bugünlere kadar geldim.
Ben, size kısaca sosyal güvenlik kuruluşları içinde en büyük kapasitesi olan, büyük bir kitleye hizmet götürmeye çalışan Sosyal Sigortalar Kurumu hakkında kısaca bir bilgi vermek istiyorum, ondan sonra bugünkü sorunlarına ilişkin fikirlerimi aktarmaya çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, Sosyal Sigortalar Kurumu, şu anda gündemde olan bir konudur. Sürekli “battı, batıyor, felaket, hizmet götüremiyor, emekli maaşları kuyruğu oluyor” şeklinde basın ve medyada eleştirilen bir kurum olarak karşımıza çıkıyor. Hepinizin mutlaka bizim kurumumuzla ilgisi vardır; kiminin babası, kiminin kardeşi, kiminin akrabası Sosyal Sigortalıdır ve bu bir gerçektir. Çünkü biz Türkiye’de 30 milyona yakın bir kesime hizmet vermeye çalışıyoruz. Türkiye nüfusunun yüzde 81.7’si sosyal güvenlik şemsiyesi altında. Yüzde 81.7’nin yüzde 43,6’sı Sosyal Sigortalar Kurumu şemsiyesi altındadır. Hizmetler tam götürülmemekle beraber, dar imkanlar nispetinde bu hizmetleri götürmeye çalışıyoruz; tabii çok büyük bir finansman sıkıntısı içinde olmamamız rağmen.
9.7.9145 tarihinde 4792 sayılı Yasayla Sosyal Sigortalar Kurumu ihdas edilmiş, kurulmuş, gayesi de iş hayatında her türlü hallere ilgili sigorta kanunlarını uygulamak üzere bu kurum kurulmuş, kuruluşunda özerk ve bağımsızdır.
Kurumumuz, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabi ve özerk olması gereken bir kurumdur.
Ülkemizde sosyal sigorta uygulamasına ek olarak 1946 yılında iş kazaları ve meslek hastalıklarıyla başlamıştır. Kurumumuzda zaten bütün sigorta kolları yoktur. 1950 yılında ihtiyarlık sigortası ve 1951 yılında hastalık sigortasıyla sigorta kapsamı genişleyerek bugünkü duruma gelmiştir. Bu dağınık mevzuat 1965 yılında yürürlüğe giren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunuyla birleşerek tek bir mevzuatta toplanmıştır.
Değerli arkadaşlar, biz işçi ve işverenlerden tahsil ettiğimiz primlerle yaşıyoruz. Bizim en büyük gelir kaynağımız işçi ve işverenlerden toplanılan primlerdir. Şu andaki prim oranlan en düşük olmak üzere yüzde 33,5 oranında prim tahsil ediliyor. Bunun yüzde 14’ünü sigortalı hissesi olarak, sigortalının maaşından kesiliyor, geri kalan yüzde 19,5’unu işveren, işveren hissesi olarak kurumumuza ödüyor. Kurumumuzun en büyük gelir kaynağı bu primlerdir.
Bu primlerin tahsili bizim için çok önemlidir. Bildirim yapılıyor, ama bu primler ödenilmiyor. Sosyal güvenlik kuruluşları içinde Emekli Sandığı ve Bağ-Kur vardır bildiğiniz gibi aynı konumda olan. Tabii hepsinin hizmet anlayışı değişiktir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun bir de sağlık hizmet sorumluluğu vardır. Yasadan kaynaklanarak sağlık hizmetleri açar, sigortalılara sağlık yardımlara yapar; böyle bir insani sorumluluğumuz vardır. Biz eğer prim tahsilatı yapamazsak hizmeti de götüremiyoruz. Kurumun yıllık prim tahsil oranı ortalama yüzde 85’tir. Yani biz 100 liralık primin 85 lirasını tahsil ediyoruz. Yani bu oran, çok yüksek bir orandır; vergi dairelerinden olsun, Bağ-Kur’dan olsun daha yüksek oranda prim tahsil ediyoruz.
Kurumumuzun kuruluş kanunundaki özerk ve bağımsız olma zorunluluğu, bugüne kadar siyasal iktidarlar tarafından hiçe sayılarak sürekli siyasal iktidarların yönetiminde güdülmüştür ve halen de böyle devam ediyor. Biliyorsunuz, battı batacak diye sürekli olarak bir eleştiri bombardımanına tutuluyor. Evet, kurumun durumu gerçekten şu anda Hazine yardımı almazsa ayakta kalacak durumu yoktur. Yalnız SSK’nin değil, bütün sosyal güvenlik kuruluşlarının durumu aynıdır. Emekli Sandığı, SSk ve Bağ-Kur’un durumu aynıdır. Yüksek enflasyonist basla altındaki ülkelerde maalesef bövledir. Eğer fonumuz olmazsa, önünde sonunda Hazine yardımına muhtaç olacaksınız demektir.
Anayasanın 80 inci maddesinde devlet, vatandaşlara sosyal güvenlik sağlamak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür” diye bir kayıt vardır. Kurumun kurulduğu 1945 yılından 1994 yılına kadar devletin kuruma hiçbir katkısı olmamıştır; bu bir gerçektir, elimizdeki belgeler bunu göstermektedir. Kurum, 1994 yilından bu tarafa ödeme güçlüğü içine düştü, yıllık cari harcamaları Hazine tarafından karşılanmaktadır. Biz, açıklanan katsayılara göre ve geçmiş yılın enflasyonu, artı gelecek yılın tahmini enflasyonu üzerinden hazırlanan bütçemizi Çalışma Bakanlığına sunuyoruz, Çalışma Bakanlığının onayından sonra cari ödemeler açığımız çıkıyor. Bunu biz, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığının koordinasyonunda oturup karşılıklı konuşuyoruz. “Bizim açığımız şu kadardır” diyoruz ve bunu aylık nakit akım tablosuna veriyoruz. Kurumun, aylık tahmini nakit açığı çıkıyor. Ay bazına döküyoruz, çünkü biz 21 ve 23’ünde maaş ödüyoruz emeklilere. Emeklilere nasıl maaş ödediğimizi de basından izliyorsunuz, kendi ailenizden görüyorsunuz. Sabah saat 04.00-05.00’lerde kuyruğa giren insanlarımız var ve yaşlı insanlar olduklarından kuyrukta ölenler, kalp krizi geçirenler olduğu büyük çapta basma yansıyor.
Maliye Bakanlığına bildirdiğimiz bu açıklar bize bir şekilde her ayın 21 ve 23’ünde zor da olsa birtakım uğraşlardan sonra 1994 yılından bu tarafa aktarılıyor. En büyük alacaklımız devlettir, devletten alacağımız vardır. Özel kesimin üzerine gidiyorsunuz, ama devletin üzerine gidemiyorsunuz. Belediyeler, il özel idareleri, katma bütçeli idareler çalıştırdıkları işçilerin primlerini düzenli olarak ödemiyorlar.
1993 yılında 3817 sayılı Yasayla 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre biz alacaklarımızı tahsil etme yetkisi aldık. Yani biz kendimiz icraya koyup alacaklarımızı cebren tahsil etme imkânına sahip olduk vergi daireleri ve icra daireleri gibi çalışıyoruz. Ama işte o icrayı devlet sektörüne, devlet kurumlarına yapamıyorsunuz, belediyenin icraya konulacak hiçbir şeyi yoktur; ancak işçilerinin maaşlarını ödeyebiliyor. Dünyanın hiçbir yerinde primi ödenmemiş emeklilik sistemi yoktur. Bizde maalesef bir işçi 25 yıl çalışıyor. Bu konuya ayrıca geleceğim, Türkiye’deki emeklilik sisteminin nasıl olduğunu biliyorsunuz yaklaşık olarak. 25 yıl kamu kesiminde çalışmış bir işçi için hiç prim ödememiştir o kamu sektörü. Ekonomik nedenlerle prim ödemese bile biz o işçiyi emeklilik için müracaat ettiği zaman priminin ödenmesine bakılmaksızın emekli yapıyoruz. Bu en büyük açığı bugüne kadar Türkiye Kömür İşletmeleri yaptı. Müthiş bir işçi kapasitesi var, istihdam edilen işçisi var, ama hiçbir primi yatıracak gücü yoktur.
Devlet bazen tahkim kanunları çıkarıyor. Tahkim kanunları kamunun prim borçlarının devlet tarafından yüklenilmesidir, yani o karşılıyor. Şimdi böyle kanunlar da sık sık çıkıyor. 1991 ’de çıktı, 1997’de tekrar 4247 sayılı Yasa çıktı. Devlet nasılsa yasa çıkarıyor diye kamu, pek prim yatırmaya yanaşmıyor. Buna rağmen bizim biraz önce söylediğim gibi yüzde 85 oranında prim tahsilatımız vardır. Kurum iyi yönetilmiyor . deniliyor, ama ben buna katılmıyorum. Kurum, biraz daha özerk olsa, çok daha iyi yönetilir. Tabii bugün özelleştirmeden bahsediliyor. Kurumu özelleştirmeye kalksanız kimse bu kurumu almaz. Yıllı 600 trilyon lira gibi bir açığı olan kurumu kimsenin talip olacağını pek zannetmiyorum. Çünkü Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluğumuz var. Biz vatandaşın emekli maaşını ödemek zorundayız; bizim en büyük görevimiz budur. Bunu ödemek için elimizden geleni yapıyoruz.
1992 yılından sonra kurum ödeme güçlüğü içerisine düştü. 1992-1994 yılları arasında bize devletin alacaklarını ödedi. Yani kamu kesiminden olan alacaklarımız, devlet tarafından ödendi. Tahvil verildi, nakit yardımı yapıldı, bir şekilde ödendi. “Artık deniz bitti” diye bir tabir vardır biliyorsunuz; yani 1994 yılından sonra sosyal güvenlik kuruluşları için deniz bitmiştir. Eğer etkin önlemler alınmaz, sosyal güvenlik reformu çıkarılmazsa -ki, bugün IMF heyeti Türkiye’de hâlâ görüşmeye devam ediliyor- anlaşılamayan tek konu sosyal güvenlik reformudur. Emeklilik yaşında anlaşılamıyor. Hâzinen istediği 60-55; bizim şu andaki siyasal iktidarın 55-60 gibi bir görüşü var. Bunda da şu ana kadar anlaşma sağlanamadı. Çünkü bugünkü Sabah gazetesine verdiğimiz bilgiler vardı, bizim 4 aylık –ocak-nisan sonu– açığımız 180 trilyon liradır. Ayda ortalama 45 trilyona yakın bir açığımız vardır bizim. Bunu bir şekilde emekli yaşını artırmakla kısa sürede, kısa vadede çözümlemek de mümkün değildir. Biz, şu anda bütün primimizi tahsil etsek, yüzde 100 oranında tahsilat yapsak, 100 trilyon tahsilat yaparız; aylık 95-100 trilyon arasında Türkiye genelinde bir tahsilatımız olur. Bizim nisan sonu itibarıyla giderlerimizin toplamı 157 trilyondur. 100 trilyon tahsilat yapsanız neye yarar? 150 trilyon açığınız vardır. Nisan sonu ayı itibariyle 1 aylık emekli maaşları toplamı 106 trilyondur; her ay 106 trilyon lira emekli maaşı ödüyoruz. Bu 106 trilyon, 2 750 000 kişinin emekli maaşıdır. 2 750 000 kişi, müthiş bir kesimdir. Eş ve çocuklarla, çalışanlarla 30 milyon demektir.
Bizim kayıtlarımıza göre şu anda Türkiye’de 4 850 000 faal sigortalı vardır; ama bir 4 milyon civarında da -çeşitli istatistiklerden aldık bu rakamı- kayıtdışı ekonomide çalışan sigortalı vardır. Haydi bu 4 milyonun yüzde 30’unu çıkarın mevsimlik işçiye alın, rahat 3 milyon kayıtdışı ekonomide sigortalı vardır. Bunları kayıt içine alamadığınız sürece ortalama yılda primlerden 500-550 trilyon kaybı vardır kurumun. Bizim açığımız 1998 yılının programında, bütçemizde bizim 550 trilyon açığımız gözüküyor. Tabii şu andaki yapılan zamlarla yetinilirse, Temmuz zammının ne oranda olacağını bilemiyoruz.
Biz, 1998 yılı bütçemize yaparken açıklanan katsayıları esas alıyoruz. Mesela 5 820 katsayıyı esas alarak SSK’nın kendine has göstergeleriyle çarparak emekli maaşlarını bağlıyoruz. Yüzde 30+yüzde 20= Yani ortalaması yüzde 58 veya yüzde 60’a geliyor. Şimdi bu zamma göre kurumun açığı 530 trilyon. Son zamanlarda tahsilatımızda bir artış var; yani daha fazla para tahsil etmeye başladık. 6183 sayılı Yasaya göre yatırılmayan prime gecikme cezası tahakkuk ettiriyoruz. Bir yılda yüzde 180 demektir. Yani bu işveren hiçbir zaman kredi olarak kullanma yoluna gidemiyor; çünkü korkunç bir rakam. Elinde ne var ne yoksa satarak savarak öncelikle kurumun primini yatırıyor. 600 trilyonluk açığı şu anda 525 trilyona kadar düşürdük; ama şimdi açıklanacak temmuz zamları ve yüzde 30 civarında düşünülüyor. Siyasal iktidar zam oranını değiştirdiği anda bizim açığımız o oranda artacaktır. Şu anda bilemiyoruz ne kadar olacağını. Yüzde 30 olursa zannediyorum gene 600 trilyona yakın bir açığımız olacaktır.
Türkiye’nin 1998 yılı bütçesi 3,9 katrilyon açık veriyor, şu andaki hesaplara göre bunu hepiniz biliyorsunuz. Bizim SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığının bir yıllık açığı 1,4 katrilyondur. Genel bütçe açığının yüzde 34’ü sosyal güvenlik kurumlarının açığı. Bu korkunç bir rakam ve özelleştirme falan da kâr etmiyor. Yeni özelleştirme oldu GSM’yi 1 milyar dolar civarında bir para ile özelleştirdik. Artı, İş Bankası özelleşiyor 600 milyon dolar civarında özelleştirme geliri bekleniliyor. Bizim 4 aylık açığımız 1 milyar 450 milyon dolar. Yani hemen hemen özelleştirmeden alman para sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarını kapatıyor.
Bir etkili önlem alınamazsa, 2005 yılından sonra emekli maaşı ödeyemeyecek duruma gelecek bütün sosyal güvenlik kuruluşları ve bizim şu andaki düşüncemizdir. Tabii birtakım çalışmalar var, bunun meyvelerini inşallah alacağız. Hiçbir insan 38 yaşında emekli olmaz. OECD ülkelerinde 60-65 yaştır. Benim önümde istatistiki bilgiler var. Yaş haddi olmayan yegane ülke dünyada Türkiye’dir. Diğer ülkelerde yaş haddi konulmuş, Türkiye’de yaş haddi yok. 25 yıl sigortalı olacaksınız başlangıçtan emeklilik tarihine kadar. Bu 25 yıl içinde 5 000 işgünü prim ödemiş olacaksınız, 13 yıl 11 ay 10 güne falan tekabül ediyor. 25 yıl içinde 13 yıl prim öderseniz emekli oluyorsunuz. 18 yaşında işe başlayın, 43 yaşında emeklisiniz. Herkese Allah uzun ömür versin; bunu kabul ediyoruz. Ama 80 yaşma kadar yaşayan bir insan düşünün, 43 yaşından sonra o kişiye 37 yıl emekli maaşı ödemek zorunda kalıyorsunuz. Hiçbir biriken fonunuz yok. Bu çok acı, 1992 yılına kadar biraz birikmiş fonlarımız vardı yani birden bu duruma gelmedik biz. Fonlarımızı ucuz, düşük faizli devlet tahvillerine yatırıyorduk, yasal zorunluluktu. Kuruluş Kanunumuzun 20 inci maddesinde vardır. “Devlet tahviline yatırır, bankalarda değerlendirir” falan deniliyor. O zaman biz bunu devlet tahvillerine yatırıyorduk. Devlet Yatırım Bankası vasıtasıyla yatırımları finanse ediyorduk o zaman biz. Eğer biz o zaman onları yapmayıp da alternatif piyasada bu fonlarımızı değerlendirseydik, -bayağı büyük fonlarımız vardı bizim. 1945’de kurulmuş bir kuruluş, 1992 yılma kadar ne yaptı diyeceksiniz- eğer özerk olsaydık çok şey yapılabilirdi. Rakamsal hiçbir şey vermek istemiyorum, yanıltabilir, ama eğer kendimiz bağımsız olarak bırakılsaydık, 1992’de değil de 2000 yılından, 2005 yılından sonra bu duruma düşerdik, ama 10-15 sene gene kendi yağımızla kendimiz kavrulabilirdik. Yalnız kurum için geçerli değildir, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur da aynı durumdadır şu anda. 3 aylık açıklara bakarsak, SSK 108 trilyon, Emekli Sandığı 137 trilyon, Bağ-Kur 97 trilyon; yani üç sosyal güvenlik kuruluşunun, üç ayda 335 trilyon açığı var; bunun önüne geçmeniz mümkün değildir.
Bir de Türkiye’de aktif-pasif sigortalılık oranı çalışan sigortalıların emekli sigortasına oranıdır. Şimdi Türkiye’de 4 850 000 sigortalı var. Bizim istatistiklerimiz 1997 yılı sonu itibariyle bunu gösteriyor. Tabii biraz hatalar, sapmalar olabilir; yani kayıt içi ekonomide 4 850 000 sigortalı var faal olarak. Kuruma fiili olarak prim yatıran sigortalı sayısıdır bu. Nisan sonu itibariyle 2 735 000 emekli var. 4 850 000’yi, 2 735 000’e böldüğünüz an 1,8 gibi bir oran çıkar karşınıza. Yani 1,8 çalışan 1 emekliye bakıyor demektir. Bugün en düşük prim 50 milyon matrahtan 17 200 000 lira yatırılıyor kuruma. Bu prim yatıranların yüzde 70’i asgariden yatırır, yani tabandan yatırır. Tavandan yatırmaz kimse. Tavandan prim yatırma emeklilik aşamasında olur. Şu anda tabandan yatırılıyor. 1 kişinin en düşük maaşı 39 000 000’dur ve bu gülünç bir rakamdır. Bu maaşla bir ailenin geçineceğine kimse inanmaz ki, yaşlı insanlardır emekliler genellikle. Paraya en fazla ihtiyacı olduğu zaman biz para veremiyoruz emeklilerimize. Yaklaşık 34 milyon gibi bir rakam çıkıyor karşınıza. 34 milyonu alıyorsunuz, 39 milyon da sadece emekli maaşı veriyorsunuz. Sağlık giderleri, personel giderleri ve sair giderlerle 55- 60 milyona çıkıyor bu masraflar ve açığımız kendiliğinden ortaya çıkıyor. Her sigortalıdan 21 milyon lira açığımız vardır kurum için.
Aktif-pasif sigortalı oranı yalnız Türkiye’de mi böyle? OECD ülkelerinde, Avrupa’da 2- 2,5’un altında bir rakam yok; ama bu ülkelerde maalesef devletin sosyal güvenlik kuruluşlarına sürekli ve devamlı bir katkısı var, yasalaşmış bir katkısı vardır. Türkiye’de şu anda devlet bizim sadece cari açıklarımızı karşılıyor. Bunun dışında kuruma herhangi bir şekilde prim olarak doğrudan emekliliğe katkısı yok, sadece cari açıklarımızı karşılıyor şu aşamada.
Kurumumuz, 1992 yılından itibaren yaptığı hesaplamalarda önünde müthiş bir nakit açığıyla karşı karşıya kaldı. Birtakım önlemler aldık biz. Biz, bütün bankalarla çalışıyoruz, Eskiden kurum olarak 4 tane bankayla çalışırdık, kamu bankasıyla tahsil ederdik, kamu bankasıyla öderdik. Ama kamu bankasından paraların bize gelmesi uzun sürerdi. Biz “Bütün teknolojiden yararlanan özel bankalarla çalışalım” dedik ve şu anda yaklaşık 30 tane özel bankayla çalışıyoruz, on-line çalışıyoruz ve yaptığı tahsilatı anında görüyoruz. Biz, kurum olarak repo yapmaya başladık. Yani bizim ayda ortalama 2 trilyon civarında gelirimiz var, 2 trilyon repo gelirimiz var. Çok kısa sürede 40-50-60 trilyon gibi bir rakamı biz çok kısa bir sürede, 1 hafta, 10 gün, 1 gün merkezde değerlendiriyoruz. Alternatif piyasada özel ve kamu bankalarında değerlendiriyoruz. Bu parayı biz, emeklilerin maaşlarında kullanıyoruz. Bizim 1998’deki tahmini gelirimiz 20-23 trilyon civarında repo gelirinden, faiz gelirinden olmak üzere bütçemize bir yararımız da oluyor.
Primlerimizi tahsil ederken ne tahsil ettiğimiz görmeye başladık. Biz, 1992 yılından önce ne kadar prim tahsil ettiğimizi ancak bir sene sonra görebiliyorduk. Bütün kayıtlar çıkardı, şubelerden toplanırdı. Yapılan prim tahsilatını ve primleri düşerdik, biz yılda 500 milyar prim tahsilatı yapıyoruz derdik. Ama şu anda biz bunu görmeye başladık. Fon yönetimi oluşturduk kurumda, bunu uygulamaya devam ediyoruz ve başladık. Tabii birtakım engeller var, o engelleri de aşmak için yavaş yavaş uğraşıyoruz. Bir şekilde doğruyu bulmak için uğraşıyoruz, inşallah bulacağız diyoruz, ama çok zor.
Genel Müdürlük Sigorta Teftiş Kurulumuz var, 110 civarında sigorta müfettişi aldık. O sigorta müfettişlerinin içinde bir çoğunluğu sizin okul mezunlarından bayağı sigorta müfettişimiz var. Şu anda kursta arkadaşlarımız ve onları bir ay sonra bütün Türkiye’ye yayacağız. Basın yoluyla bu konu deklere edildi ve işyeri kontrollarına çıkacaklar. Bilmiyorum ne denli etkili olacak. Çünkü Türkiye’de 797 000 işyeri var bizim şu andaki kayıtlarımaza göre. 797 000 işyerinde 1997 yılı sonu itibariyle 25 000 kamu, 772 000 özel işyeri var. Bunlara işyeri denilince, bir tek apartman kapıcısı da işyeri olarak giriyor bunun içine, 5-10 000 kişi çalıştıran bir özel işyeri de işyeri olarak görülüyor. Bu işyerlerinde kurumca etkili denetim yapılacak. Burada kayıt dışındaki sigortalılar eğer kayıt içine alınabilirse ne oranda başarılı olunur bilemiyorum, ama biraz daha rahat edebilir kurum görüşündeyim.
Arkadaşlarım, kurumun emeklilik şartlarını bilmiyorum biliyor musunuz? Yani kurumdan nasıl emekli olunuyor? Dediğim gibi, 25 yıl hizmetiniz olacak, toplam 5 000 gün prim ödemiş olacaksınız. Biz bunu bayanlar için 7 250 dedik, erkekler için de 9 000 güne çıkarmaya çalıyıyoruz, IMF’nin teklifi budur. 25 yıl fiili hizmeti olacak. Kurumda çalışan personeli 15 gün sigorta tesislerinde 45 gün civarında da sağlık tesislerinde çalışan personelimiz var; yani 60 bin kişilik çalışan bir ordumuz vardır bizim.
Bizim primlerimiz Emekli Sandığına yatırılıyor. Biz, Emekli Sandığı memuruyuz. SSK’da çalışıyoruz, ama Emekli Sandığına prim yatırıyoruz, ayrı ve çapraşık bir işlem oluyor. Biz, çalışırken 25 yıl fiilen çalışmak zorundayız. Ancak malulen emekli olabilirsiniz Emekli Sandığından. Bunun dışında fiilen 25 yılınız dolmadan emekli olmanız mümkün değildir. Bizde 13 yılda emekli oluyorsunuz; yani böyle bir sistemin altından SSK’nın kalkması da mümkün değildir.
Bilgi olması açısından söylüyorum, şu anda kurumdan emekli aylığı alanlardan en düşük emekli aylığı 39 726 000 liradır, en yüksek emekli maaşı 75 209 000 liradır. Bunun ikisinin arasındadır bizim ödediğimiz. Ki, yüzde 60’ına yakını tabandan maaş alır. Yani burada zorunluluk yok. Özel sektörde çalışan bir vatandaş fazla prim ödemediğinden işveren asgariden gösterir. Yasada olan böyle bir uygulamamız yoktur bizim, asgari ücretten de emekli maaşı bağlarız. Ama aldığı para böyle değildir, mutlaka böyle değildir, bir şekilde açıktan para alıyordun Bugün asgari ücret 35 437 000 liradır, 1 Temmuz tarihine kadar. Bizim prim tabanımız 50 milyon, milletin eline 21 milyon para geçiyor. Acaba 21 milyonla mı geçiniyor millet? Ben buna hayret ediyorum ve bilemiyorum.
75 milyon olsun, ama 75 milyonla geçinecek bir aile de ben bilemiyorum. Onun için bizim emeklilerimizin durumu ortadadır. Hem fazla ekonomik sıkıntı içinde olan emeklilerimiz vardır. Emekli sandığı emeklileri yüksek oranda maaş alıyorlar ki, hemen hemen en düşük emekli maaşı 60-65 milyondur ve 175 milyona kadar çıkan miktarları vardır Emekli Sandığının; ama bizde dediğim gibi bu rakam en fazla 75 milyon liradır. Bu rakamla kimse geçinmek durumunda olamaz, bilemiyoruz, ama başka bir geliri yoksa.
Size basit birkaç örnek vereceğim. Kurumun tahsilat harcama dengesi yıllar itibariyle şöyle gelişti: Çok değil, 1985 yılında kurumun 48 milyar artısı varmış, ödemeler dengesi 48 milyar artı veriyormuş. 1990 yılında 1 trilyon 399 milyar artı vermiş, 1992 yılında 2 trilyon 556 milyar açık vermiş. 1992’den itibaren açığımız katlanarak 1998 yılında 1 trilyona çıkmış. Kurumun gelirleri matematik, giderleri maalesef geometrik bir şekilde artmıştır. Bu sene 500 trilyon, önünüzdeki sene 1 katrilyon, ondan sonra 2 katrilyon, ondan sonra 4 katrilyon olarak geometrik bir şekilde katlanarak gidecektir. Sosyal güvenlik kuruluşlarının toplam açığımız 1,4 katrilyon ve onu da önümüzdeki sene için geometrik olarak artırırsanız korkunç bir rakama ulaşacaktır.
Şimdi arkadaşlar bizim bilgisayar ağımız çok noksan. Kurum, 1998 yılında maalesef tam manasıyla bir bilgisayar yatırımı yapamadı. Nedeni, biz, bütçe transfer tertibinden ödenek alıyoruz. Yatırımlarımız Devlet Planlama Teşkilatının onayından geçiyor ve biz oraya her sene 4 trilyon lira bilgisayar yatırımı için ödenek koyarız, yardım aldığımız için bu karam kısıla kısıla bazen beşte birine, bazen onda birine düşürülür. O da ancak mevcut bilgisayarımızın mevcut bakımını ve idamesini gerçekleştirebilir.
Öyle bir sistemimiz var ki, bizim sağlık tesislerimizde müracaat eden bir şahsın sigortalı olup olmadığını araştırma imkanımız yoktur elimizde. Bir kişi vizite kağıdıyla müracaat ettiği zaman hastanelerimize elindeki vizite kağıdına bir numara yazabiliriz. Bir işverenin sicil numarası, bir tane de uydurma bir kaşe yaparsınız, basarsınız, herhangi bir sigorta sicil numarası yazarak gönderebiliriz bizim hastanelerimize. Bunun kontrolü mümkün değildir bizde. İdare sistemde, bir sigortalı başvurduğu zaman bilgisayardan bakacaksınız, kontrol edeceksiniz, aktif veya pasif sigortalı olup olmadığını tespit edeceksiniz, halen sigortalı ve hak sahibi olup olmadığım tespit edeceksiniz, ona göre muayene ve tedavisini yapacaksınız. Böyle bir sistemimiz yok.
1 doktorda 100-150 bin kişilik kuyruk var. Bunu birkaç yere telefon edip de hastanın sigortalı olup olmadığını tespit etmeniz mümkün değildir. Zaten bizim hastanelerimizde muayene kuyruğuna 04.00-05.00’te gidiyorlar, hepinizin başınızdan geçmiştir. Hastaneye gelen insanlar kötü niyetli insanlar olabilir –ki, oluyor tabii, başımızdan geçen hadiseler var– Türkiye’nin bir bölümünde bir köyde 1 tane SSK emeklisi varmış, sağlık cüzdanı var. O köyün tümü SSK hastanesinde muayene ve tedavi olmuş, böyle bir sistemimiz var. Bilgisayar sistemimiz olsa, hastaneye gittiğiniz zaman adı, soyadı ortaya çıkar hak sahibi olarak. On-line bağlantı sistemimiz olsa, Hakkâri’de de gitse, İstanbul’da da gitse, ne zaman muayene olduğu belli olar vatandaşın. Uydurma bir kağıtla geliyor ve doktorun zaten buna bakmaya hali yoktur. Bizim doktorlarımızın ortalama günlük muayene adedi 100’dür. Kaçar dakika ayıracak bakacak ve neyini araştıracaktır. Böyle bir sistemi kurmanız mümkün değildir Türkiye’de. Yani böyle raporlarımıza intikal eden ilginç bir hadise de vardır.
Biz, bundan iki sen önce emekli maaşlarımızı iki işgünü önce bankalara aktarma zorunluluğumuz var. Bize Hazine açığımızı 2 işgünü önce aktaracak biz de bankalara aktaracağız, banka grup çıkaracak Mardin’e. Özellikle bir tane arabaya koyacak; çünkü Mardin’de para yoktur. Buradan gruplarla, zırhlı arabalarla para götürülecektir. Bize para verebilmek için Hazine yüzde 110 borçlanıyor ve korkunç bir rakam yüzde 120 veya yüzde 130 oranında borçlanıyor. Ziraat Bankası özel bankalardan borçlanıyor, para toplanıyor, kurumun açığını aktarıyorlar. Para yok piyasada, bulamıyorsunuz. 1996 yılında Kadıköy Halk Bankasının camlarını indirdiler, camlarını kırdılar. Tabii bankada karşılığı yok, ödeyecek para yok ve emeklilere bir şey anlatamazsınız, yaşlı insanlar. Onlar ancak çok da cüzi olsa, o parayı almayı biliyorlar, o paradan başka bir şey düşünmüyorlar. Hayır dediğiniz zaman psikolojik olarak yıkıyorsunuz onu, o zaman bin infial geliyor ve camları kırdılar. Polis çağrıldı ve polisler engellediler.
Dikkat ediniz, birinci maaş günlerinde bazı bankalar polis çağırıyorlar. Bu, bundan kaynaklanıyor esasında. Emekliler için bir yaşam tarzıdır bu Her ay belirli kişiler o bankanın önünde sözleşiyorlar “Biz, önümüzdeki ay, Ziraat Bankasının şu şubesinin önünde saat 05.00’de buluşacağız” diyorlar. Çünkü dost olmuşlar daha önceden birbiri eriyle. O kadar zor değil aslında maaş almak. Biz bankamatik kartlan veriyoruz sigortalılara. Hiç bankanın içine girmesine gerek yoktur. Ziraat Bankası, Vakıflar, Emlak Bankası gibi üç kamu bankası ve 4 özel bankasının bankamatik kartlan var. içeriye girmenize gerek yok, herhangi bir saate giderek bankamatikten maaşınızı alabilirsiniz. Ama yaşlı insanlar ve bankamatik kartlarını kullanmasını bilmiyorlar. Görüyorsunuz gazete ve televizyonlarda, elleri titriyor ve bankamatikle iş yapacak halde değiller yaşlılarımız. Tabii belirli kesim var ve onlar emekli maaşlarını bankamatik kartlarıyla alıyorlar. Bizim basınımıza yansıyan da o yaşlı insanlarımızdır. O insanlar mutlaka her ay sabah 05.00’de gidecek ve orada bekleyecektir. Onlar için arkadaşlarıyla bir konuşma, buluşma yeri orası. Öğleden sonra gitse o kuyruk olmayacaktır. Biz bazen dolaşıyoruz, İztanbul ve Ankara’daki arkadaşlarımızı gönderiyoruz bazen, sabah saat 05.00’te sigortalılar kuyruğa girmiş oluyorlar. “Niye girdin?” diye sorduğumuzda “Ben hemen alacağım, başka yerde kuyruğa gireceğim” diyor. “Öğleden sonra, bir gün sonra alsan olmaz mı?” diyorsun, yok illa da parayı ilk olarak onlar alacaklar. Yani ölenlerimizin büyük bir kısmı bankanın yetersizliğinden değil, maalesef onlar için bir maaş alma tarzı onlar için. Psikolojik bir durum ve bir şey diyemiyorsunuz, “Amca niye bekliyorsun?” diye sordum Trabzon’da. Trabzon Vakıflar Bankası bir tane sinema salonu tutmuş, orada vezne kurmuş, gelenlere çay ısmarlıyor ve oturtmuş sıralara. Sırası gelenleri çağınyor, maaşını ödüyor, hatta masasına getiriyor. Bir ay böyle çok güzel bir uygulama oldu. Öbür ay gittik, o sinemanın önünde kuyruğa girmiş millet. Yahu saat 05.00’te ne işin var sinemanın önünde? Kapı açılacak ve gidecek oraya oturacak.
Şimdi 30 tane özel bankayla anlaştık dedik. 30 tanenin 12-13 tanesiyle de görüşmemiz devam ediyor. Bunlarla da emekli maaşı ödeyeceğiz. Şimdi biz, özel bir bankanın bankamatik kartını vereceğiz sigorta emeklisine. Emekli yine gidecek, yine onun önünde kuyruk olacaktır. Maalesef o eziyete katlanıyorlar.
BAŞAR BAYPINAR – Evet, İsmet beye sorularınız varsa alalım.
MEHMET ALİ YILMAZ – Hocam, dediler ki, “SSK, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun denetimine tabi bir kuruluştur, özerktir” Peki, SSK bu duruma gelene kadar Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu uyumuş mu yani, uyarmadı mı sizi, ikaz etmedi mi7 “Kurum böyle bir duruma gidiyor, şu konuya çekidüzen verelim, şunu yapalım” demedi mi veyahut Hükümete bu konuda size bilgi vermedi mi?
İSMET YAZ – Tabii, Yüksek Denetleme Kumlunun raporlarımı var elimizde. Bizimde raporlarımız var. Yani “kurum her geçen gün kötüye gidiyor, finansman sıkıntısına düşüyor, önlem alınması gerekir’ diye ve yıllardan beri bu konu biliniyor. Ama Türkiye’de sosyal güvenlikte reform yapmak gerçekten zordur. Yani çok katı önlemler almak zorundasınız. 65 yaş dediğiniz zaman Türkiye gündemi ayağa kalkar. Yani Türkiye’de bir işsizlik var. Bizim sigorta müfettişleri gidiyor, bir ay içinde işe aldığınız sigortalıyı kuruma bildirmek zorunluluğunuz var. Bu yasadan kaynaklanan bir durumdur. Sigorta müfettişlerimiz gidiyor, bir işyerini teftişe, soruyor orada çalışan birisine “Ne zaman işe girdin?” diyor. “Üç gün önce” diyor. Ama bakınız, araştırınız 3-5 aydan beri çalışıyor orada. İşverenin de işine geliyor sigortasız çalıştırmak. Vergisini vermiyor, sigortasını vermiyor, işveren için avantajlı bir durumdur. Yani kanıtlayamıyorsunuz onun orada çalıştığını, korkuyor, söyleyemiyor, şikayet edemiyor sizi. Çünkü o, size “Ben altı aydan beri burada çalışıyorum” dediği an, öbürkü gün kendini kapı dışında bulacaktır, mutlaka işten çıkarılacaktır. Kanunda yeri vardır, bildirmeyen iki asgari ücret tutarında cezaya çarptırılıyor ve cezasıyla tahsil ediliyor ve buna da hiçbir işveren yaklaşmıyor. Yani zamanında Dünya Bankasının raporları var, Türkiye’de sosyal güvenliğin ileride çıkmaza gireceğiyle ilgili olarak, o günkü hükümetlere verilen raporlar vardır elimizde. Ama bugüne kadar bir türlü yapılamadı bu iş, önlem alınamadı. Yoksa herkes tarafından bilinen bir şeydi; yani bugünün konusu değil, bu çoktan devam eden, süregelen bir konudur. Türkiye’de aktif-pasif sigortalılık oranı yükselmediği müddetçe, emeklilik yaşı ve durumuyla ilgili veya reform paketi açıklanmadığı müddetçe bu iş böyle gidecektir. Önlemez alamazsınız.
SORU- SSK, gidip herhangi bir kuruluştan kredi alabiliyor mu? Düşük faizli bir kredi bulsa, bunu alabilir mi, bunu değerlendirebilir mi?
İSMET YAZ- Yok, şimdi bizim Yönetim Kurulumuzun aldığı bir karar var. Biz 1993’ten sonra, ödeme krizine düştükten sonra çareler aramaya başladık. Nasıl finansman sağlarız, emekli maaşlarını nasıl öderiz diye düşünmeye başladık. Bankalar, “Biz ödemeyiz” dediler, çünkü kaynak ve karşılığı olmadan kimse para ödeyemez. Ne yapalım, kredi yoluna gidelim dedik. Kredi yoluna gittiğiniz zaman biliyorsunuz kredi maliyeti çok yüksektir, onun altından kalkamazdık. Yönetim Kumlumuzdan bir karar alındı, hiçbir şekilde, hiçbir kuruluştun kredi alınmayacaktı ve bu karara göre hiçbir kumluştan kredi alma imkanımız kalmadı
SORU- Kredi alamıyorsunuz, farz edelim ki, devlet “Bilgisayar ağınızı tamamen kurun, ben size finansmanı sağlayacağım sadece bilgisayar konusunda. Bütün şubeler arasında ve SSK ile sağlık tesisleri arasında sistemi kurun” dedi. Parayı verdi devlet ve istediğiniz şekilde on-line sistemi kurdunuz, bunun maliyeti ne olur, hesapladınız mı?
İkincisi, getirisi ne olur, faydası ne olur; ne gibi avantajları olur, hangi giderlerden ne miktarda kâr sağlarsınız?
İSMET YAZ- Bu bilgisayar ağı gerekiyor, çünkü bilgi çağındayız şu anda. Sigorta tesislerimiz primleri topluyor, emekli maaşı ödüyor, artı sağlık tesislerimizin finansmanını karşılıyoruz; sistemimiz öyle. Sağlık tesislerinin ilaç, hastane, doktor, personel gibi idame giderlerini, kumm dışına havale edilen işlerin finansmanını sağlıyoruz. Elimizde bir bilgi yok. Biz daha 1997 yılının bilançosunu çıkaramadık. Bütün şubeler manuel çalışıyor bizde. 35 tane ünitemizde bilgisayar var, diğerlerinde bilgisayar yok, sağlık tesislerimizin hiçbirisinde bilgisayar yoktur. Stokunuzu bilemiyorsunuz, ne kadar ilacınız var, ne dummdasınız, bilemiyorsunuz.
Maliyet olarak 4-5 trilyonluk bir yatırım benim tahminim. Tabii dolar bazında düşünürseniz, her geçen gün müsaade edilmediği sürece bunun maliyeti de artıyor. Şimdi işte yeni bir yatırımımız oldu, sigorta müdürlüklerimizi 1998’in Temmuzundan itibaren on-line bağlantı yapmak için yatırımımızı yaptık, akreditifimizi açtık, geldi malzemelerimiz, sigorta tesislerimizi bir on-line bağlantıya sokmak üzereyiz, şu anda eğitimini de veriyomz. Sağlıkla ilgili henüz bir şeyimiz yok, onu da zannediyorum 1999 programına aldılar. Bu sene yatırım programımızda vardı, yatırım programımızın üçte biri ancak geldi, ancak zomnlu eğitimimizi ve inşaatlarımızı yapabiliyomz. Bilgisayar için çok düşük bir yatırım verdiler, sigorta tesislerimizi bilgisayar ağma bağlıyoruz, zannediyomm 1999 yılında da sağlık tesislerimizi bağlayacağız.
BAŞAR BAYPINAR- Aslında birkaç sorum olacak, ama her şeyden önce finansman sorunundan sözettik ve o konuyla ilgili sormak istiyorum. Özellikle bir dönem Kooperatifler Bankası konusunda da gerçekleştirilen tartışmalar son dönemde SSK Bankasıyla ilgili olarak gündeme gelmeye başladı. SSK Bankasının kurulması, her şeyden önce mümkün müdür, mümkünse bu birtakım çözümler, avantajlar getirebilecek midir?
Öte taraftan yanılmıyorsam 1996 yılında “35 soruda SSK” adlı bir broşür yayınlandı ve burada SSK’nın birtakım sorunlarıyla ilgili çözümler, en azından birtakım anahtarlar önerilmeye ya da birtakım anahtarların olmadığına işaret edilmeye çalışıldı. Örneğin, kaçak işçiliğin önlenmesi -ki, yaklaşık o dönemde 4 milyon kaçak işçi verdi, sizin de verdiğiniz raram o- 1996 yılında asgari ücretle hesaplandığı zaman yaklaşık 141 trilyon kadar bir artı getiriyordu kuruma. Kaçak işçiliğin çözümlenmesi bir açık yolu olabilir mi sorusuna verilen cevap hayırdı. Hatta hangi soru olduğunu da söyleyebilirim; ama öte taraftan yine “gayrimenkullerin satılması durumunda bir kuruma artı sağlanabilir mi?” sorusunun cevabı yine hayırdı ve “SSK alacaklarının tahsili bir çözüm olabilir mi?” sorusunun cevabı yine hayırdı ve “Anayasanın 60 ıncı maddesinde “sosyal” sözcüğü kaldırılarak SSK özelleştirilebilir mi?” sorusunun cevabı da yanılmıyorsam “evet” olarak geçiyordu. Yani “sosyal sözcüğü kaldırılarak özelleştirilebilir” şeklinde bir ibare bulunuyor yanılmıyorsam. Özellikle sizin yaptığınız repo çalışmalarıyla edindiğiniz 45-50 trilyon -rakamları tam hatırlayamıyorum ama- emekli maaşlarım ödeme çabası içerisindeyken bu bahsettiğimiz çok büyük rakamlar neden SSK tarafından gözardı edilmiş ve SSK bankasının kurulması, bu bütün gözardı edişleri ortadan kaldırabilir mi?
Teşekkürler.
İSMET YAZ – Bu daha önce de konu oldu bizde. Kurum çok büyük bir para güce sahipti. Kısa sürede olsa kurumun elinde şu anda 90-95 trilyon prim tahsilatı yapıyoruz biz. Bizim sistemimiz şudur: Türkiye’de 90 tane sigorta tesisimiz var, 30 tane de bankayla anlaşmamız var. Kamu bankaları tahsilat yapıyorlar kendi ihtiyaçlarını düştükten sonra sağlık tesislerinin finansmanını yapıyor, personel masraflarını, idame masraflarını giderdikten sonra kalan parayı buraya merkeze aktarıyor. Artı, özel bankaların tahsilatları direkt olarak merkeze geliyor, biz burada bir fon oluşturuyoruz. Ortalama olarak aybaşlarında 40-50 trilyon civarında, -şu anda 60-70 trilyon- bir paramız birikiyor. Bunu biz ayın 18’ine kadar kısa süreli repo ve kırık vade ile değerlendiriyoruz.
Bu kadar bir gücü biz, kendi bankamızda değerlendirebilir miyiz diye bunun araştırması yapıldı. Bankacılık profesyonel bir iş, onun boyutları çok yüksektir. Tabii neden olmasın, ama kurum önce bir yasadan gelen sigortacılık ve sağlık hizmetlerini tam hakkıyla yapsın, çıksın altından, ondan sonra bankacılığı düşünsün görüşündeyiz. Yani o bambaşka kurumumuzun dışında gelişen bir hadisedir. Bankacılık çok modern, çok bilgi isteyen, çok emek isteyen, çok profesyonelce düşünülmesi gereken bir konudur. Şu anda ona girmek ne denli doğru olur bilemiyorum, ama buna da müsaade edileceğini zannetmiyorum bu nakit açığımızın ışığı altında ki, bizim şimdi yeni bütçe kanununda yeni bir yasamız çıktı, 1998 yılı bütçe kanununda çıktı, bütün tahsilatımız yapıldıktan bir hafta içinde Ziraat Bankasına devredilecek ve Ziraat Bankasında vadesiz hesapta kalacak. Yani biz, şu anda uğraşımız var kanun kapsamından çıkmak için, muafiyetle ilgili olarak yasanın 7 nci maddesi var, burada gerek Hazine Müsteşarlığına, gerekse Maliye Bakanlığına müracaat ettik “Biz, bu kapsama girmeyelim, ufak tefek gelir sağlıyoruz, Ziraat Bankasına aktarıldığında para vadesiz mevduatta kalacak. Yani kurum 2 trilyon liralık gelirinden olacak” dedik; ama böyle bir zorunluluk da vardır. Bu zorunluluk halinde banka kurmaktan bahsetmek de bence biraz safdillik olur. Yani bütün fonlarımız Ziraat Bankasına aktarılacak ve orada duracak. Bu durumda kanun değişikliğiyle belki banka kurulur, ama kısa sürede bir çare olacağını zannetmiyorum; uzun vadede belki çare olabilir.
“Alacakların tahsilinin hepsi gerçekleşse çözüm olmaz mı?” sorunuza gelince, ben daha önce söyledim, yüzde 100 tahsilatımız da olsa, tüm alacaklarınızı da tahsil etseniz mümkün değildir. 1977 yılından sonra o zaman çok cüzi miktarda memurlara “kira yardımı” diye bir ödeme başlatıldı, prim alınmayan bir yardım yapıldı. SSK emeklilerine de yansıdı. Çok düşük rakamlarla bugüne kadar geldi. Sosyal yardım zammının prim tahsilatı yoktur. Göstergelere zam yapıyorsunuz, 5 820’ye göre yapıyorsunuz, çarpıyorsunuz, onun primini alıyorsunuz, ama sosyal yardım zammının geri dönen primi yoktur, şu anda 4 690 000’de dondurulmuş durumda ve bu bizden çıkıyor. Kurumun kasasından fiili olarak 4 690 000 lira çıkıyor ve sadece kamu kesiminden emekli olan işçilerin emekli olduğu kesimden biz bunu tahsil etmeye çalışıyoruz. Yani şu anda ayda 13 trilyon sosyal yardım zammı ödüyoruz maaşın dışında.Nisan ayında 10 trilyon 716 milyar ödemişiz ve 39 milyonun içindedir bu para. 34 milyon küsur maaş, 4 690 000 lira da sosyal vardım zammıyla bu paranın, bu miktarın kamu kesiminden olan emeklilerin kurumlarından alacağız bu parayı yasaya göre. 10 trilyon 700 milyarın 3,5 trilyonunu almamız gerekiyor. 3.5 trilyonun yüzde 30’u kamudan ayrılmış, yüzde 70’i özel sektörden ayrılmış. Özel sektörden bir para almanız mümkün değil, o geçmiş artık. 10 trilyonun ayda 1,3 trilyonunu tahsil edebiliyoruz kamudan, diğer 2-2,5 trilyon her ay kamu kesiminden alacağımız kalıyor. 4247 sayılı Yasa çıktı, onu da tahkime tabi tuttular, biz 1997 yılında 336 trilyon Hazine yardımı aldık. Şu anda görüşmeleri devam ediyor, bütün kamunun borçlarını topluyoruz, 274 trilyon civarında kamudan sosyal yardım zammı, 250 trilyon civarında da prim alacağımız vardır. Bu 500 küsur trilyon yapıyor ve bir yıllık açığımız demektir. Birden tahsil edebilirsek, bir yıllık açığımızı kapatırız, ondan sonra aldığımızı fiilen dağıtırız. Dağıtım sistemindeyiz zaten 1992’den bu tarafa hiç birikimimiz yoktur, gelen gidiyor. Ayın 3’ünde geliyor, ayın 20’sinde bizden çıkıyor, gidiyor. Hâzineden aldığımızdan fazlasıyla birlikte çıkıyor, gidiyor. Bundan önce gelenin bir kısmı bizde kalıyordu, bir kısmını dağıtıyorduk, bu sistem tamamen öldü.
Şimdi 1997 yılında çıkan 4247 sayılı Tahkim Yasası, kamunun bizde olan 31.12.1997 tarihine kadar olan prim borçlarının mahsubu söz konusu. Hâzineden aldığımız 336 trilyon paraya bu rakamı mahsup edeceğiz biz. Hazine yardımı alacağız., kendi alacağımızı tahsil etmiş olacağız 1997 yılı için. 1998 yılında ise bir alacağımız kalmayacak. Geri kalan için de 1998 yılında bir yasa çıkarılır, onu da aldığımız 500 trilyona sayarız. Yani biz, şu anda devletten, Hazineden sadece nakit açığımızı, cari açığımızı karşılıyoruz. Bir şeklide alacağımızı tahsil etmiş oluyoruz; yani bütçenin bir yardımı yok şu anda kurumumuza. Yani ben ona geliyorum, biz alacaklarımızın tamamına tahsil etsek de karşılamıyor şu anda maaşları ve masraflarımızı karşılamamız, bu gelirimizle giderimizi karşılamamıza imkân yok.
MERYEM KURTULMUŞ – SSK fonlarının repoda değerlendirildiğini söylediniz. Bu fonlar repo dışında başka bir şekilde değerlendiriliyor mu ya da değerlendirilebilir mi“7
İSMET YAZ – Şimdi fonlarımızı repo dışında değerlendirmeyi bir ara düşündük. Sermaye piyasasına girelim dedik. Kurumun çok büyük gücü var elinde, ama uzun süreli değil bu güç. 14 günlük güç, 10 günlük güç; bununla bir yere gidemezsiniz. Gittiğiniz zaman bunun bir de eksisi var. 657 sayılı Yasaya göre çalışıyoruz biz, genelde bir yıllık artı eksileri değerlendirmek lazım. Mademki fon yönetiyorsunuz, bir işlemden zarar ederken, bir işlemden kâr edebilirsiniz, ama vılda yaptığınız kâr önemlidir. Ama bizde böyle değil, bir işten zarar ettiğiniz zaman onun Yüksek Denetleme Kurulunda hesabını verirsiniz, neden zarar ettiğiniz araştırılır. Repo veya vadeli hesap garantili bir gelirdir. Bunun adını koyuyorsunuz, diyorsunuz ki, yüzde 70:den bağlıyorum diyorsunuz, pazarlık yapıyorsunuz. Rauter sistemi var, uluslararası bir sistemimiz var, oradan günlük faizleri izliyoruz. Saatine göre o faiz oranına yakın bir faizle paramızı değerlendiriyoruz. Ama sermaye piyasasına girerseniz, o işin riskleri vardır.
MERYEM KURTULMUŞ – Peki, gayrimenkullere artık yatırım yapılmıyor mu?
İSMET YAZ – Gayrimenkullere artık yatırım yapmak bizim için hayal oldu. Yatırımlarımız da Devlet Planlama Teşkilatından geçtiği için biz çok zorunlu olmadıkça sağlık tesisinin dışında inşaat yapamıyoruz. Kirada oturuyor çok birimimiz, gidip bir vatandaştan bina kiralayıp orada oturuyoruz, kira ödüyoruz ona. Zorunlu olarak ufak tefek genişletme yapıyoruz hastanelerimizde; fakat o da çok sağlıksız oluyor. Bir tane hastane yapıyorsunuz, yatırım için gidiyorsunuz, başta bir yatırımın yanına bir ilave yapıyorsunuz, “tevsi” denilen bir şey var bizde. Binanın tevsiini yapıyorsunuz, çarpık bir yapılaşmaya neden oluyor. O nedenle yatırım yapma imkanı son derece kısıtlıdır. Ancak bakımını yapıyoruz. 1998 yatırım programımızda 31 trilyon istedik 8 trilyon geldi. 8 trilyonun 2 trilyonu bilgisayar ve tıbbi cihaz yatırımı, 6 trilyonu da bundan önce devam eden inşaatlarımızın yatırımı, 1.5 trilyon civarında da gayrimenkul bakım ve onarımımız vardır.
Geçenlerde ATV’deki programı bilmiyorum izlediniz mi? Orada bizim hastanenin durumu verildi. Yalnız bizim hastane o durumda değildir. Bütün devlet hastanelerinin durumuna gidin bakın.
İlginç bir husus da, benim elimde rakamlar var, bunlar istatistiki bilgilerdir. Sağlık Bakanlığının hastane sayısı 682, Sosyal Sigortaların 116. Tam teşekküllü eğitim hastaneleri de dahil olmak üzere hastane sayısı. Sağlık Bakanlığının poliklinik adedi 49 682 sağlık tesisine karşılık SSK’nın 26 521 000; bizim yatak işgal oranımız yüzde 70, hastanelerimizdeki yatak işgal oranı yüzde 70 Sağlık Bakanlığı hastanelerinin yüzde 55’dir. Gayet tabii bu kadar poliklinikle 100-150 hastaya bakmak zorundadır bizim doktorlarımız. Ne yapıyor? Doktur “Neyin var?” diye soruyor ve ilaç veriyor. Yani oturtup da bir hastayla 15 dakika ilgilenmeniz mümkün değildir. Dışarıda bir ordu bekliyor. Ben Ulus Hastanesine gittim baktım, saat 05.00’de hastane önünde kuyruk vardı. Dışkapı Hastanesinin önünde 04.00-05.00’de kuyruğa giriyorlar sigortalılar; hem de nerelerden gelip kuyruğa giriyorlar.
Yatırım yapamıyorsunuz bu konuda. 21 000 tane sağlık personelimiz var. Burada personel adetleri de var, onlara da geleceğim. Sağlık Bakanlığının 682 sağlık tesisinde, hastanesinde 587 144 ameliyat olmuş, SSK’nın 116 hastanesinde 330 000 ameliyat olmuş. Demek ki bizim ameliyatlarımız daha kısa sürede bitiyormuş. Bakın işte, bu istatistikler var ve gerçeğe yakın rakamlardır.
Doğum sayısı: SSK’de 186 637; Sağlık Bakanlığının tesislerinde 517 000 adettir. Yani korkunç rakamlardır bunlar. Biz gene çok iyi götürüyoruz gibi görünüyor bu işleri. Herkes şikayet ediyor ama bir de kaynak sıkıntımız var bizim. Alamıyorsunuz, kendi personelimize zam veremiyoruz. Maliye Bakanlığından kadro talep ediyoruz, Devlet Personel Dairesi Başkanlığından müsaade alırsak personel alabiliyoruz; her taraftan açığımız var.21 000 sağlık personeli alınması söz konusu. Müracaat ettik, bakalım inşallah çıkacak müsaade. Biraz da sağlık yatırımı yaparsak, belki daha da rahatlatacağız. 30 milyona, Türkiye’nin yarışma SSK hastaneleri bakıyor, bu korkunç bir rakamdır. Bundan fazlası olması da mümkün değildir.
VAROL KIZILKAYA – Sizi yakından ilgilendirip ilgilendirmediğini bilmiyorum, ama SSK hastanelerinde çalışan doktorların büyük bir çoğunluğunun -duyduklarım ve gözlemlediklerim- SSK kurumlarını, kendi özel muayenehaneleri gibi, yani bir hasta protföyü gibi görüp onlara karşı, yani özel muayenehanesine gitmeyenlere hastanede pek çok olanaktan yoksun bırakacağını, muayenehanesine birkaç defa gelirse ancak o takdirde hastane olanaklarını bu sefer muayenehanede işi bağlayarak yapıyor, ama hastane olanaklarını da sonuna kadar açıyor, bu yetki sanki var gibi geliyor bana Hatta önce muayenehaneye gidip vize alacaksın, almazsan SSK’ya adımını atamazsın, attığın zaman hiçbir şey bulamazsın gibi şu anda yaygın bir kanı var. Bilmiyorum bu hususlar bilginiz ölçüsünde ini?
BAŞAR BAYPINAR – Pardon, araya gireceğim, İsmet bey Finansman Müdürü olduğundan bu konuları cevaplayamayabilir; çünkü uzmanlık alanı değildir.
İSMET YAZ – Ben tamamen kendi görüşüm söyleyeyim bu konuda. Sizin anlattığınız konu sadece bizim hastanelerde değil, bütün hastanelerde aynı durum vardır. O durumda olmayan doktorlarımız da var, bizde tam gün çalışan doktorlarımız da var, saat 17.00’ye kadar çalışan doktorlarımız da vardır, full-time çalışan doktorlarımız da var, part-time çalışan doktorlarımız da var, öğleden sonra muayenehanelerine giderler. Tabii sizin o söylediğiniz hadiseler de olabiliyor, ona bir şey diyemeyeceğim. Benim görüşüm, yalnız SSK’da değil bu hadise, bütün Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde vardır.
BOĞAÇHAN KARAMÜRSEL – Yurt çapında denetime çıkacak olan Teftiş Kurulunun kadrosunu genişletmeyi düşünüyor musunuz; yani sistematik bir şekilde nasıl olacak acaba?
İSMET YAZ – 110 kişi sigorta müfettişi olarak yeni alındı. Elimizdeki mevcutlarla 1998 yılında görev yapacağız. Henüz genişletme çalışmamız yok, önümüzdeki yıllar ihtiyaca göre gayet tabii olacaktır. Çünkü bizdeki sigorta müfettişlerinin yaş ortalaması 55 civarındadır ve hepsinin hemen hemen emekliliği gelmiş vaziyettedir. Uzun süredir sigorta müfettişi almadık, bu sene alındı. İhtiyaca göre önümüzdeki yıllarda söz konusu olacaktır. Tabii kadro alabildiğimiz takdirde; çünkü kadro alırken, dediğim gibi Devlet Personel Dairesi Başkanlığından kadro aldıktan sonra atama yapabiliyoruz. Tabii ihtiyaç oldukça kadro isteniliyor.
BOĞAÇHAN KARAMÜRSEL – Bir sorum daha olacak: Bir dönemin Sosyal Güvenlik Bakanı, SSK’nın fonlarının yüksek olduğu bir dönemin, 1978-1979 döneminin Sosyal Güvenlik Bakanının söylediklerine göre size bir soru soracağım:
O dönemde bazı sanayi yatırımları yapma gereği duymuş ilaç fabrikası gibi, serum fabrikası gibi, helikopter fabrikası gibi, kösele, tekstil gibi sanayiler kurmak istemiş ve gerekçesini de anlatıyor. “O dönem için 1 milyar ilaç giderim vardı, 100 milyara ilaç fabrikası kuruyordum, 900 milyar otomatikman tasarruf ediyordum” diyor. “100 veya 200 milyara helikopter sanayi kuruyordum, ambulansta yararlanılacaktı, şundan bunda yararlanılacaktı. Röntgen filmi sanayi kuracaktım, röntgen için yurt dışına şu kadar kaynak gidiyordu, şu kadara kuracaktım, şu kadar tasarruf sağlayacaktım” diyor; ama rakamlar tam hatırımda değil. Şu anda SSK’nın elinde fon yok, kendi fonlarıyla bunu yapamaz; ama demin de dediniz ki, “Yönetim Kurulu kararıyla kredi alimim durdurduk” Yani uluslararası kuruluşlardan düşük faizli kredi bulamaz mısınız libor artı 2, libor artı 3 gibi? Belediyelerimiz metroları finanse ederken vesaire gibi işlerde buluyor. Bu tür yatırımlarda gerçekten tasarruf sağlayacaksa, 3-5 yıl gibi bir zaman dilimi içcerisinde SSK’yı belki de artıya geçirebileceksek, niye düşünülmüyor, niye yapılmıyor veya yapılabilir mi?
İSMET YAZ – İstanbul’da bizim bir ilaç fabrikamız var, müessese olarak yasal ve izin aldığımız bir ilaç fabrikamız var. İlaç sanayii başlıbaşma bir kuruluştur. Tamamı bize ait olan bir ilaç fabrikası kurduk, mesela serum yapıyoruz veya çok sınırlı sayıda birtakım üretim yapıyoruz. Tamamı da SSK hastanelerine verilmek kaydıyla çok düşük bir oranda üretim yapılıyor. Bunu genişletmek, özkaynaklarımızdan yapmamız mümkün değil. Son zamanlarda uluslararası birkaç teklif oldu bize, şu anda da gündemdedir. Mesela bizim, Kızılay Kan Merkeziyle ortak bir çalışmamız var, Devlet Planlamadan ne şekilde müsaadesi çıkacak bilmiyorum, kan ürünlerine ortak olma meselesi var. Çünkü bizim hastanelerimizin en fazla ihtiyacı olduğu kan ürünleriyle ilgili bir çalışmamız var.
Artı, yabancı sermaye destekli ilaç fabrikası kurulmasıyla birkaç teklif var, onlar da değerlendiriliyor. Gayet tabii bu konuya hiçbir zaman olumsuz bakmadık, olumlu bakılıyor, çalışmaları yapılıyor, fizibilite raporları hazırlanıyor, böyle bir girişim olacak; ama bunun dışında helikopter sanayi veya ambulans gibi yatırımlar bize şu anda çok uzak, ilerisi için olabilir. Ama öncelikle artıya geçtikten sonra düşünülecek konular, ama yabancı ucuz krediyle sermaye, yabancı yatırım gündemimizde, bu konudaki çalışmalar devam ediyor gündemimizde, bu konudaki çalışmalar devam ediyor. Yani konuya olumsuz bakmıyoruz. Ama bunlara karar verebilmek için biraz daha özerklik şarttır. Yani konu yine özerkliğe geliyor. Biz, yatırım yaparken kendi yönetimimizin kararıyla yapalım diyoruz; ama diyeceksiniz ki Hâzineye muhtaçsınız. O muhtaçlıktan kurtulduktan sonra olsun. Reform kanunları çıksın, ondan sonra olabilir.
ALİ ESER- İsmet bey, ben hemen bu özerklik konusuna girmek istiyorum. Kurumun özerkliğinin şu an için sağlanması pek mümkün görünmüyor. Tabiri caizse, Devlete karşı inanılmaz bir göbekbağı gerçekleşmiş durumda. Peki, bunu aşmanın yolu, bireysel özerklik olabilir mi? Yani yöneticiler, en küçük memurundan bir ortasına, bir ortasına şekilde o hiyerarşi zinciri kırılıp bireylerin, baştaki yöneticilerin kendi başlarına etkin kararlar almaları teşvik edilebilir mi? Bu kurumsal özerklik çıkmazından bireysel özerkliklerle kurtulmak mümkün olabilir mi?
İSMET YAZ- Bürokrasi çarkına girdiğiniz zaman ben pek inanmıyorum. Siz bir şey yapmak istediğiniz zaman birisine danışmak zorundasınız, kendiniz karar veremiyorsunuz, mutlaka bir üstünüze danışmak zorundasınız veya onun onayıyla yapacaksınız o işi. O da üstüne bağlı ve neticede gene böyle şeyin bizde bu anlayışla olacağını zannetmiyorum. Mutlak surette özerklikten sonra bireysel özerklik olabilir. Gerçekten ben öyle bir şeye de inanamıyorum açıkçası, o konuda pek bir şey söyleyemiyorum.
BAŞAR BAYPINAR- Başka soru yoksa Sayın İsmet Yaz’a değerli katılımlarından, deneyimlerini ve bilgilerini bizlerle paylaştığından dolayı sizlere de değerli katılımlarınız ve sorularınız için teşekkür ediyoruz.
Görüşmek üzere hoşça kalın efendim.
İSMET YAZ- Teşekkür ederim efendim. (Alkışlar)