Mustafa Necati, “Mütareke” 1919, İzmir

Mümtaz Peker

Strateji ve taktik askeri deyimler. Mustafa Kemal bu yönden değerlendirildiğinde hedefini ortaya iyi koyabilen(strateji), bu hedefe ulaşabilmek için ne gibi taktikler uygulamasını bilen, gerçek bir mareşal olduğu görülmektedir. O, hedefe ulaşmak için nasıl atılım yapacağını, nerede duracağını, tekrar ne zaman hareket edeceğini bilen askeri bir dehadır. Mustafa Kemal sivil hayatta da hedef koyarken, bu hedefe ulaşmak için kadrosunu oluştururken de, hep bu dehasını kullanmıştır.

8 Nisan 1923 tarihinde yayımladığı Dokuz Umde( ilke) içinde yer alan “ilköğretimin birleştirileceği, bütün okulların ihtiyaçlarımıza, modern esaslara uygun olacağı, öğretmenlerle öğretim üyelerinin yükselmesinin, geçim koşullarının iyileştirilmesinin sağlanacağı; ayrıca uygun araçlarla halkın aydınlanmasına, eğitimine girişileceği”1görüşü bunun tipik örneğidir. Kurtuluştan sonra en önem verdiği konular içinde yer alan eğitim alanındaki hedefini gerçekleştirebilecek, kenara çekildiğinde, hedefe ulaşmak için gerekli taktikleri geliştirebilecek olarak Mustafa Necati’yi seçmiştir. Ne var ki bu birliktelik eğitim devriminin gerçekleştirilmesi sürecinde Mustafa Necati’nin genç yaşta (35) apandisit iltihabından ölümü üzerine son bulmuş; bunu beklemeyen Atatürk “- Ne evlattı o…” diye hayıflanmıştır.

Mustafa Necati, Atatürk’ün eğitimle, yaşamın birbirinden koparılmaz olduğu ilkesini çok iyi anlamış, eğitimin yaşam gerçeklerine, toplumsal gereksinmelere dönük, üretici, yarar sağlayıcı amaçlara uygun olarak yapılanmasına çalışmıştır. O’na göre okul-eğitim ikilisi şöyle olmalıdır: “Biz, çocukları doğa ile eşya ile gerçeklerle karşılaştıran, neşe ve özgürlük havası içinde çalışmaya, gözlem ve muhakemeye, yaratıcılığa götüren bir okul istiyoruz. Biz istiyoruz ki, okul; çocukların birbirine yardım ederek, birbirlerini tamamlayarak çalıştıkları bir laboratuar olsun… Bizim kurmak istediğimiz okulda dinleyiciler yoktur. Düğün ve oyun içinde çalışan, eserler ortaya koyan, küçük adamlar vardır”2.

Mustafa Necati, Cumhuriyet’in hedef olarak belirlediği, akıl-bilim eşliğinde yetiştirilecek “yeni insan”’ı yetiştirmede öncülük etmiştir. Kurucu kadronun sivil kanadından gelen Mustafa Necati, Ege’deki yaşamında ülkeye bağlılık, örgütçülük, çalışanların örgütsüzlükten gelen sorunları üzerine mücadelesini sürdürmüştür. TBMM üyeliği döneminde laik eğitimle yeni kuşağın yetiştirilmesine, Türkçenin geliştirilmesine, öğretmenlik mesleğine saygınlık kazandırılmasına, öğretmenlerin örgütlü toplumun üyeleri olması konusunda çalışmış, “Cumhuriyet’in söylence Bakanı” nitemini kazanmıştır. O’nun Milli Eğitim Bakanlığı dönemi incelendiğinde aşağıdaki katkıları görülmektedir.

Laik-bilimsel eğitimin başlatılması: Laik eğitim, düşünceye sınır koymayan, vicdan özgürlüğüne karışmayan, her türlü dini etkiden arındırılmış eğitim sürecidir. Bu tür bir eğitim yapılacağının örnekleri 1926 yılında ilkokul ile ortaokul izlencesinde yapılan düzenlemede görülmüştür. Aynı yılda çıkarılan yasa ile Bakanlık örgütlenmesi bilimsel bir temele dayandırılmış, bakanların değişmesiyle değişmeyecek politikalar oluşturacak bir yapının kurulmasına çalışılmıştır. Bilimsel örgütlenmeye verilen önem eğitimci John Dewey’in hazırladığı rapordaki3 görüşlerin hayata geçirilmesidir4. Benzer biçimde sanat eğitimi konusunda 1927’de Belçikalı Profesör Buyse’nin önerileri doğrultusunda ülkemizde sanat okulları düzenlemesi yapılmış, sanat eğitiminin çağdaş, bilimsel temeller üzerinde gelişmesinin yolları açılmıştır5. Böylece sanat eğitiminin herkes için örgün, yaygın eğitim örgütlerinde yer alması, insanımızın sanat yönünün gelişmesi sağlanmıştır.

Laik eğitimin temel koşullarından biri de eğitimin zorunlu giderlerinin, kamunun vergi havuzunda toplanan paralarla karşılanması, bu hizmetlerden yararlananlardan en az katkı payının alınmasıdır. Cumhuriyet eğitiminin temel ilkesi olan parasız, parasız yatılı, karma, uygulamalı eğitim etkinlikleri, laik-bilimsel anlayışla bütünleştirilerek genç kuşağa bu dönemde hizmet olarak sunulmaya başlamıştır.

Türk üst kimliğinde bütünleştirici işlevinden ötürüTürkçeye önem verilmeye başlanması: Farklı etnik grupların oluşturduğu toplumda, insanların birbirini anlaması, tasada, kıvançta ortak olması çok zor gerçekleşmektedir. Kurucu kadro bu zorluğu hem yetiştikleri hem de görevde bulundukları dönemde yaşamışlardır. Bu zorluğun ötesinden gelebilmek için, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çoğunluğun oluşturduğu dilin üst kimliğinde birleşmeye önem verilmiştir.

Bu anlayış içeriğinde Öğretim Birliği Yasası etkin olarak uygulanmaya başlanmış, karşı çıkan yabancı özel okullar kapatılmış, öğretmen okulunda Türkçe edebiyat bölümü açılmıştır6. Türkçe sözlük oluşturmak için Dil Heyeti oluşturulmuş, oluşturulan kurul İmlâ Sözlüğünü düzenlemiştir. Türkçeye verilen önem nedeniyle 1929’da Arapça, Farsça dersleri eğitim programından çıkarılmış, ilk kez Türkçe hutbe okunmasına başlanmıştır. Yurttaşların okuma-yazmasını kolaylaştırmak, Türk üst kimliğinde birleşimi sağlamak için harf devrimi gerçekleştirilmiş, Türkçenin öne çıkarılması, gelişmesi sağlanmıştır.

Öğretmene kimlik kazandırma-öğretmen yetiştirmeye başlanması: Yeni insanın öğretmenlerin eseri olacağı kabullenmesiyle, Osmanlı öğretmeni yerine Cumhuriyet öğretmeni kimliği oluşturulmaya başlanmıştır. Öğretmenin onurunu, saygınlığını sağlamak, ekonomik durumunu düzeltmek için il özel idaresinden, eğitim bütçesine kaynak aktarılarak sorun çözümlenmiştir. Özellikle yerel yönetim kaynaklı olmak üzere öğretmenlerin haksız bir durumla karşılaşmasına, soruşturma geçirmesine, ceza almasına fırsat verilmemiştir. Öğretmene kimlik kazandırma açısından, “örgütlenme, aydınlatma” görevlerinin de olduğu sürekli vurgulanmıştır7.

Cumhuriyet eğitimini yaratma, yayma eyleminde öğretmenden yana takınılan bu tutum, öğretmene verilen destek, onlara yeni bir kimlik kazandırmış, toplumdaki işlevselliklerini artırmıştır. Kurucu kadro, devrimin ilkelerinin halk katmanlarında kabul görmesini sağlık elemanları yanı sıra öğretmenlerle sağlanabileceğini düşündüğü için, bu iki sektöre eldeki ekonomik olanaklara göre daha çok kaynak ayırma yolunu tercih etmiştir.

Osmanlıdan gelen medrese kökenli öğretici kadro bir süzgeçten geçirilmiş, din kurumu eğitimini öne çıkaranlar emekli edilmişlerdir. Yeni eğitim eyleminde imamlıkla-öğretmenliğin laik eğitim anlayışı gereği öğretici olarak aynı örgüt içinde bağdaştırılmaması gerekmektedir. Böylece o dönemde öğretmen olarak çalışan başta imam olmak üzere meslek dışından gelen, oranları %65’e ulaşan öğretim elemanlarına8, teşekkür edilerek, görevlerine son verilmiştir. Harf devrimini gerçekleştirecek bu seçilen kadro kısa bir sürede meslek içi eğitimden geçirilmiş, kendilerine verilen güvenle, destekle çalışmalarını istendik biçimde sürdürmeleri sağlanmıştır.

Öğretmenlik mesleğini daha iyi yapılabilir konuma getirmek için de gerekli önlemler alınmıştır. Sözgelimi, stajyer öğretmenlik düzen altına alınmış, eğitimde yukarıda belirtilen bilimsellik doğrultusunda meslek dersleri verilmeye başlanmış, “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü yasaya yerleştirilmiş, mesleği seçenlerin donanımlı olması sağlanmıştır.

1920’li yıllarda ülke nüfusunun mekânsal dağılımına göre sayıları 40 bine ulaşan az nüfuslu kırsal yerleşmelerde büyük bir nüfus (%60) yaşamaktadır. Cumhuriyet ilkelerini buralara götürmek, din kurumunun etkisini kendi alanında tutabilmek için kırsal kesimde çalışacak öğretmenin yetiştirilmesi gerekli görülmüştür. Bu konuda önemli çalışmalar başlatılmış, iki ilde Köy Öğretmen Okulu açılmıştır. Öğretmen yetiştirme konusundaki en önemli başarılardan birisi de yurtdışına öğrenim için her daldan çok sayıda öğrenci gönderilmesidir. Türkiye’de özellikle mesleki ve teknik eğitim, güzel sanatlar eğitimi bu öğretmenlerle kurulmuştur.9

Halk-Yönetim uyuşmasını sağlamak için halkçılık eyleminin başlatılması: “Türkiye’de herkesin milli ve dünyevî; modern, demokratik terbiye alması esas”ının kabul edilmesi; örgün, yaygın eğitimle birlikte yeni girişimleri zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda örgün eğitimde “kız-erkek, zengin-yoksul bütün millet çocuklarının aynı biçimde eğitim görmesi” benimsenmiş, ortaokullarda karma eğitime geçilmesi gerçekleştirilmiştir.

Harf devrimi ile birlikte yeni harflerle okuma-yazma öğretmek amacıyla, yaygın eğitim tekniklerine başvurulmuştur. Halk Mektepleri, Halk Dershaneleri ile Millet Mekteplerinde okuma-yazma kampanyasının başlatılması, halkın yeni yönetimle bütünleştirilmesi gayretinin sonucudur.

Cumhuriyet’in halkını okur-yazar kılma, aydınlatma çabasının en güzel örnekleri olan bu gayretler sonucu kısa bir zamanda okur-yazar nüfusun oranı hızla artmaya başlamıştır. Özellikle bazı kesimlerin harf devrimine yönelttikler “ bir gecede ülkedeki okur-yazar oranını sıfıra düşürdüler” söyleminin ne kadar sığ bir iddia olduğu görülmüştür. Bir cihan imparatorluğunun temel nüfusuna sağladığı eğitim düzeyi, kısa bir sürede eğitim devrimi gayretleri ile aşılmış, geleceğe umutla bakan bir toplumun oluşturulmasına katkı konulmuştur.

Eğitim devrimine büyük emek veren Mustafa Necati amacını şöyle belirtiyordu: “ Memlekette, mektep bulamayan bir çocuk bırakmayacağım”. Ne yazık ki, günümüzde tedavisi basit bir hastalıktan olan ölüm nedeni, onu bu amacına ulaştırmayı engellemiştir.

Mustafa Necati’nin kısa zamanda gerçekleştirdiği olağanüstü başarılar kabaca şöyle özetlenebilir: Milli eğitimde yaptığı atılımlar, eğitim sistemimizde yeni bir canlılık/ruh yaratmış, eğitim kurumunun sosyal sisteme sunduğu insan faktörünün niteliğinin değişimi, ülke sosyal gelişmişlik düzeyini artırmıştır.

Eğitim örgütüne getirdiği uyum, içtenlik, dirlik-düzenlik, kuruma duyulan bağlılık, çalışanlarda “yeni nesli yetiştirme” konusundaki görev bilinci, farklı bir şevk oluşturmuştur. Cumhuriyet öğretmeni kimliğini oluşturmada; öğretmeni iyi yetiştirme yanı sıra, öğretmene sağlanan ekonomik olanaklar, bir ara seçkin olarak öğretmeni toplum nazarında sayılan, sevilen, güven duyulan, değer verilen konuma getirmiştir. Yeni sosyal yapıda, yönetimle-halkın bütünleşmesinde uzlaşıyı sağlayacaklardan biri olarak görülen öğretmenin, halk katmanlarında kabul edilirliği artmaya başlamıştır. Yıllarca din kurumunun yetiştirdiği ulema-imam ikilisince sağlanan dinsel topluma özgü bütünleşme-denetleme toplumsal yapıda çatırdamaya başlayınca, çatışma kaçınılmaz olarak farklı biçimlerde kendini göstermeye başlamıştır.

KUTU 1: Mustafa Necati’nin öz geçmişi (x):

-1894 yılında İzmir’de doğdu.

-İlk, orta, lise öğrenimini İzmir’de yaptı.

– 1913’de İstanbul Hukuk Mektebini bitirdi

-1914’de İzmir’de avukatlık, İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmaya başladı. Vasıf Çınar’la birlikte Şark İdadisi adıyla okul kurar. Okulda yönetici- öğretmen olarak çalışır.

– 14 Mayıs 1919 gecesi Bahri Baba Parkı’nda İzmirlileri topladı, ertesi günü başlayacak olan Yunan işgaline karşı halkı direnmeye çağırdı.

-16 Kasım 1919 Balıkesir’de “İzmir’e Doğru” gazetesini arkadaşı Vasıf Çınar’la birlikte çıkarmaya başladı. Soma, Bergama, Akhisar savaş bölgelerinde Yunanlılara karşı çete savaşlarına katıldı.

-19 Mart 1920’de yayımlanan tamim gereği yapılan seçimde 1. Dönem TBMM’ne Saruhan ( Manisa) Mebusu olarak seçildi.

-30 Temmuz 1921/1 Ağustos 1922 Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyesi

– 1923 İzmir’den yeniden mebus seçildi

– 1923-1924 Mübadele ve İmar-İskân Vekili

-1925 Adalet Vekili

-20 Aralık 1925- 1 0cak 1929 Maarif Vekili

– 1 Ocak 1929 Ankara’da aramızdan ayrıldı

(x) Buradaki bilgileri, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içindeki değişik makalelerden buldum. Gördüğün gibi Maarif Vekili öncesi görev yaptığı iki bakanlığa geliş-ayrılış tarihlerini bulamadım. Onları internetten bulup koyarsan sevinirim.

KUTU 2: ÖLÜMÜ ÜZERİNE:

a- Atatürk’ü ağlatan genç adam

“ O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif Vekili, Millet Mektebi’nin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, Millet Mektebini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. “- Ne evlattı O…” diye hayıflanıyordu.

Yüz binlerin ölümüne göz kırpmadan bakan, ateşle dövülmüş ve kanda soğumuş bu irade, bir ana kalbi kadar yumuşaktı”

Falih Rıfkı Atay: Çankaya, s: 513, Pozitif yayınları, İstanbul, 2012.

b- Başbakan söz veriyor (x)

“ Necati Beyin Mezarı Başında

Başvekil İsmet Pş. H. Nutukları

… İnkılâpçıların ölürken kalanlardan ve yeni yetenlerden bir tek dileği vardır: cansız bileklerinde sallanan vazife bayrağının kavranıp daha yüksekte dalgalandırılmasıdır. Necati, aziz Necati; dileğin yerine getirilecektir”

Hayat Cilt V Ankara, 10 Kânunsani, 1929, Sayı 111

————————–

(x) Burada altı kırmızı çizili kelimeleri özellikle düzeltmedim. Nedeni Hayat dergisinde böyle yazılmış olması. Örneğin bilgisayar Kânunsani, yerine Kanunusani kelimesini veriyor.

c- Ölümü üzerine yapılan tartışma

Hastalığına akut apandisit tanısı konulan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey 1929’un ilk günü 35 yaşında Ankara’da öldü. Konu basında çok tartışıldı, sağlık örgütünün uygulamaları acımasızca eleştirildi. Hakkı Tarık Bey (Us) konuyu bir soru önergesi ile Meclis gündemine getirdi. SSY Bakanı Refik Bey (Saydam) gerekli açıklamayı yaptıktan sonra, hükümetlerinin önceliğinin salgın hastalıklar ile mücadele, koruyucu hekimlik olduğunu, Hıfzıssıhha Okulu’ndaki çalışmalar ile koruyucu eğitimi başlattıklarını belirtti. (Zafer Kars: 1929 Polemikleri, Ankara, 2003)

KUTU 3: DEĞER BİLİRLİĞİMİZ

Öğretmenler Sayrılarevi de, o geniş bahçenin alt ucunda, girişinde üzüntüden taş kesilmiş gibi bir büst, Mustafa Necati. Ürolog İkna Sarıaslan, ilginç bir doktor. Cumhuriyet değerlerini özümsemiş bir aydın. Bir yakını, bir dostu gibi ilgileniyor sayrılarıyla. Şikâyet dinlemeye geçmeden önce, yarı şaka yarı ciddi soruyor; “Girişteki büstün kimin olduğunu biliyor musunuz?” şaşırıp kalan, duraksayan öğretmene, “ Rica etsem öğrenip gelseniz öyle başlasak muayeneye…” diyor.

…….

Validebağ Öğretmen Hastanesi Doktoru İkna Sarıaslan, emekli oluncaya değin, sevgiyle, saygıyla Mustafa Necati’yi öğretmeyi sürdürdü, öğretmen hastalarına.

Cumhuriyet Dönemi eğitimini oy kaygılarıyla yozlaştırmaya girişenler de Mustafa Necati’yi unutturmaya çalıştı. Ankara’daki evi 2006’da Kuru Fasulyeci Hüsrev Lokantasına verilmeye kalkışıldığında gazetelerde geçti adı. Doktor İkna Sarıaslan gibi Necati’nin değerini bilenleri kahretti haber. Öğretmenliği meslek olmaktan çıkaranlar, öğretmen yetiştiren kaynakları kurutanlar, karınlarını kaşıyarak sadistçe keyiflendiler…”

Mehmet Başaran: “Mustafa Necati: Anadolu İhtilalının Sesi”, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:19-21, İzmir, 2009.

Okuyucu not: Öğretmenimiz Başaran ne kadar haklı. Günümüzde Batı şehirlerine gidenleri ya da gitmeden önce internetten şehir hakkında bilgi almak isteyenleri şaşırtan olay, şehirdeki butik müzelerin çokluğudur. Kentine, ülkesine değişik alanlarda hizmette bulunmuş seçkin insanların evleri, her şeyi ile korunuyor, nadide bir eşya gibi yarınlara aktarılmaya çalışılıyor.

Yerel yönetimler bu yaptıklarının karşılığını çok fazlası ile görüyor. Kendileri için bir para basma makinesi gibi çalışan bu tür müzeleri farklı alanlardaki kişiler bağlamında artırma gayreti içindeler. Böylece hem ülkelerine daha fazla turist çekiyorlar hem de ülkelerinde turist başına harcama miktarını çoklaştırıyorlar.

Bizim için özel olan bu güzel insanlar için yaptığımız Başaran öğretmenin vurguladığı gibi. 1926 yılında laik eğitim kurgusunu, uygulamasını yapan, medrese kökenli öğretim elemanlarını, teşekkür ederek okulla ilişiğini kesen “Cumhuriyet’in söylence Bakanı”nın evini ne hale getiriyoruz? Bu güzel ülkede hepimize eğitimle sınıf atlamamızı, sağlık hizmetleriyle hayata tutunmamızı sağlayanların değerini anlamadığımız için, günümüzde karşı devrimciler her gün laik eğitimin köküne değil kibrit suyu, asit dökmekten çekinmiyorlar. Mustafa Necati’nin ta 1926 değiştirdiklerini, günümüzde birer birer eğitim kurgusunun içine koyuyorlar. İnsanın inanası gelmiyor; fakat yapılanları görünce: başta Anıtkabir olmak üzere Ankara’nın değişik yerlerinde ışıklar içinde yatan “güzel insanlar” acababizler içinne diyorlar sorusu kafama mıh gibi çakılıyor.

1 Osman Bahadır: Tarihin Işığında” Cumhuriyet Gazetesi, 6 Ocak 2013, İstanbul, 2013.

2 Aktaran: Kemal Kocabaş:”Açış Konuşması”, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:12, İzmir, 2009.

3 John Dewey: Türkiye Maarifi Hakkında Rapor, MEB yayını, İstanbul, 1952.

4 Hüseyin Bal: “ Türk Modernleşmesinde Eğitim Kurumu, Mustafa Necati ve John Dewey”Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s: 77-87, İzmir, 2009.

5 Rıfat Okçabol: “Mustafa Necati ve Sonrası” Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s: 281-282, İzmir, 2009.

6 Niyazi Altunya: Gazi Eğitim Enstitüsü, Ankara, 2006.

7 M.Rauf İnan: Mustafa Necati, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1980.

8 Mahmut Adem: “Mustafa Necati’nin Eğitimdeki Devrimciliği” ” Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, içinde, s:48-49, İzmir, 2009.

9 Hasan Âli Yücel: Türkiye’de Orta Öğretim, İstanbul, 1938.