Ölümünün 75. Yılında : Bruno Taut (Ümit Sarıaslan)
Ümit Sarıaslan
Ölümünün 75. Yılında
BRUNO TAUT: Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Mimarı (*)
(4 Mayıs 1880 Königsberg – 26 Aralık 1938 İstanbul)
Taut, Türkiye’de Mimar ve Öğretmen
Yabancı mimarlar arasında Türkiye’de kısa süre kalan Hans Poelzig (1869-1936), Ernst Egli ülkemizden ayrıldıktan sonra (1936) onun yerine Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü öğretim üyeliğine atanmıştı. Ancak, Mimar, bu görevine başlayamadan gittiği ülkesi Almanya’da 1936’da ölmüştür (Sözen). Hans Poelzig’in yerine asistanı mimar Zimmerman vekâlet edecek, onu ünlü mimar Bruno Taut izleyecektir. Alman mimar ve kent tasarımcısı Bruno Taut, “Martin Wagner‘in etkin aracılığıyla” (Nicolai, M. U. Exil, B. Taut’un Akademi Reformu…; Spiedel, B. Taut ve Ankara; ayrıca Hartmann) 1936’da Alman faşizminden kaçtığı Japonya’dan Türkiye’ye geldi. Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyeliği yaptı. Milli Eğitim Bakanlığı Mimarlık Bürosu’nu yönetti. Hazırlıklarını Japonya’da sürdürdüğü “Mimarlık Bilgisi” kitabını mimarlık alan yazınımıza kazandırdı: 1938 (Tanju, “Türkiye’de Farklı Bir Mimar”; Özbay).
Taut, 1916’da Osmanlı payitahtı İstanbul’da “Türk-Alman dostluğu” adına düzenlenen bir mimarlık yarışmasına da katılmıştı. Bu, onun ülkemizle erken buluşması olacaktı. Mimar, anılan yarışma için “Türk-Alman Dostluk Evi Projesi”ni (Alman Dostluk Yurdu) hazırlamıştı. Tanınmış Alman “erken dönem modern” mimarların katıldığı bu yarışmada, bir bölüğü cumhuriyet mimarlığının biçimlenmesinde işlev ve sorumluluk yüklenecek Peter Behrens, Theoder Fischer, Walter Gropius, Bruno Paul, Paul Bonatz, Martin Elsaesser, German Bestelmeyer, Hugo Eberhardt, Hermann Jansen, Hans Poelzig, Richard Riemerschmid gibi mimarlar yanında Bruno Taut da yer almıştı. (Bozdoğan, Fındıkgil-Doğuoğlu, Hartmann, Yenal).
Alman İmparatorluğu’nun Doğuya Doğru Yayılma politikası koşutunda II. Wilhelm‘in İstanbul’u ikinci ziyareti (1898) anısına Sultanahmet’te yaptırılan Alman Çeşmesi’nden “birkaç yüz metre uzaklıkta, Divan Yolu’nda 27 Nisan 1917’de yapımına başlanan anıtsal “Dostluk Yurdu” (Anılan “yarışma”da kazanan Germen Bestelmeyer‘in tasarımı, Fındıkgil-Doğuoğlu) Birinci Dünya Savaşı nedeniyle bitirilemeyecektir (Yenal). “Poelzig, Elsaesser, Bonatz ve Taut, kaderin bir cilvesiyle yirmi yıl kadar sonra yurtlarından ayrılmak zorunda kalarak, Türkiye’ye gelip çalışma olanağı bulacaklar.” (Bozdoğan, Fındıkgil-Doğuoğlu, Yenal), cumhuriyet mimarisinin kurulmasında işlev yükleneceklerdir. (Bu yarışma ile ilgili ayrıntılar için bkz.: Y. Mimar Meryem Müzeyyen Fındıkgil-Doğuoğlu, 19. Yüzyıl İstanbul’unda Alman Mimari Etkinliği, Yayımlanmamış doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 13 Mart 2002).
Anılan yarışma için İstanbul’a “davet edilen” Taut, bu kentimizdeki izlenimlerini bir “mektup-yazı”da kaleme alır. (“Mesti temâşâ” Taut’un bu mektubu için bkz.: Cengizkan, Bruno Taut, Duygu ve Gönül, Türkiye’ye Gönül veren Duygulu Dünya Yurttaşı, Modernin Saati içinde).
Yaşarken Bir Büyüklüğe Yerleşmek
“Taut deneyimli bir okul mimarıydı. Almanya’da eğitbilimsel bir yenileştirme (reform) düzenlemesini temel alan okullar tasarladı. Sözgelimi 1920’de tasarladığı Hagen Folkwang Okulu, çocuklar için el ve bahçe çalışmasının odak noktasını oluşturduğu bir pedagoji anlayışıyla düşünülmüştü” (Speidel). Ta 17 Şubat 1923’te toplanan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi’nde dillendirilen, eğitmen kursları deneyiminden geçerek Köy Enstitüleri uygulamasında, tüm dünyaya örnek olacak bir eğitbilimsel atılımı gerçekleştirecek olan genç cumhuriyetin okul yapıları seferberliğinde Taut, bu nedenle de yararlı ve yardımcı olacak bir meslek adamıydı.
10 Kasım 1936’da İstanbul’a gelişinden bir ay sonra, Aralık ayı başında Ankara’ya geldiğinde “DTCF Projesi”, masasında kendisini bekleyen işler arasındaydı. Berlin’den Hans Poelzig‘in asistanı olan ve Taut’un gelişine değin (Egli’nin ayrılışından sonra) Milli Eğitim Bakanlığı Tatbikat Bürosu’nu yöneten Zimmerman‘ın başladığı “projeler” içindeydi (Speidel). DTCF yapısına başladığında Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı görevini yürüten Cevat Dursunoğlu‘nun her açıdan büyük desteğiyle, karşı karşıya kalacağı türlü sorunların üstesinden gelecek olan Taut, Japonya’da bulamadığı çalışma ortamını Ankara’da bulacaktı. Dostlarına ve eski çalışma arkadaşlarına Ankara’dan yazdığı mektuplarda, bu noktaya hep değinecektir (Speidel).
Japon dostu ve meslektaşı, İsaburo Ueno‘ya 6 Kasım 1937’de şunları yazacaktır: “Şimdi Ankara Üniversitesi için büyük yapıya başlanıyor. Bu yapı bir dil ve tarih vb. kurumu olarak yeni Türk kültürünün odak noktası olacağından, yapı için çok iyi taş malzeme tahsis edildi ve beni özellikle sevindiren tarafı, sanatsal bakımdan bana tam bir özgürlük tanındı” (Speidel). Gerçekten de öyle olacaktır. “Daha ilk Ankara yolculuğunda, 1936 Aralığının başında, Taut yalnızca (…) Akademi’nin Mimarlık Bölümü’nün başına getirilmekle kalmadı” Egli’nin ayrılmasından sonra, Bayındırlık Bakanlığı’na, burada “tutulan Mimarlık Bürosu’na ait ödeneğin bu büronun Milli Eğitim Bakanlığı’nda yeniden kurulması için serbest bırakılması talimatı verildi.” (Nicolai, B. Taut’un Akademi Reformu…)
Taut, Atatürk’ün önderliğinde, çağdaş cumhuriyetin temel erekleri doğrultusunda, ulusu “çağdaş uygarlık düzeyine” çıkarmak kararlılığındaki kurucular kadrosu için bu “yapı”nın gerçekleştirilmesinin, gerek toplumsal açıdan, gerekse mimarlık açısından taşıdığı önemi iyi biliyordu. Oğlu Heinrich‘e yazdığı mektupta, bu durumu, bütün büyük sanatçılara özgü yalın bir dille anlatır. Sanatla felsefenin buluştuğu bir eşikte konuşur:
“Bu işin ayrıntılarını çalışma arkadaşlarımla birlikte adeta çeşitli çalgılarla icra edilecek bir senfoninin notalarını yazarcasına işliyorum. Kendimi ölüme çok yakın hissediyorum: Sözcük anlamında değil, anlarsın: Sanki daha yaşarken bir büyüklüğe yerleştirilmiş gibiyim” (Speidel).
Taut, ne yazık ki 24 Aralık 1938’de ansızın ölecek, ancak “en yakın, en iyi çalışma arkadaşı” Hillinger‘in söylediği üzere, DTCF yapısı, “geniş ölçüde Taut’un düşünceleri [planlaması] doğrultusunda” tamamlanacaktır (Speidel). Genç cumhuriyetin iki büyük anıtsal eğitim yapısını bize armağan eden iki büyük mimar, iki uluslararası çapta değer, benzer bir dramı bölüşeceklerdir. İlki, bilindiği gibi Mimar Kemalettin‘dir. Kemalettin, genç cumhuriyetin eğitim alanındaki atılımının simgesi olan Gazi Erkek Muallim Mektebi yapısının temel atılışını görmeden; Taut ise, alnına, kurucusunun “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” sözleri kazılı olan, genç cumhuriyetin kültür alanındaki atılımının bir simgesi olacak olan, Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi yapısının bitirilişini görmeden, aynı yaşlarda dünyamızdan ayrılacaklardı. Atatürk’e ve Cumhuriyet Türkiyesi’ne hayran olan Taut (Batur, Katafalk: Ölümün Draması…), kendi isteğiyle İstanbul’da Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi (Sözen). Atatürk’ün ölümünden bir buçuk ay sonra 24 Aralık 1938’de İstanbul’da, yaşama gözlerini kapayan Mimar’ın “Türklerle candan ilişkisi ve onlardan gördüğü saygı mezarında bile açıkça görülür. Taut, Edirnekapı Mezarlığı’nda (İstanbul) gömülü olan tek Avrupalı. Mezarının üstünde adı yazılı sade bir mermer var. Adının hemen altında yer alan Japon mühüründeki ayak şekli, faşizm dönemindeki birçok yurtsuz Alman’ın trajedisini” (K. Junghans‘tan aktaran: Kandil) ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin kurucularının ta Çanakkale’den beri taşıyageldiği evrensel insanlık düşüncesini ve barışçılık düşüngüsünü (ideolojisini) anımsatıyor.
Kavramsal Bir Mimari Bireşimden
Cumhuriyet’in Kültür Atılımının Simgesi Bir Yapı (DTCF) Sentezine
10 Kasım 1936’da geldiği ülkemizde 1938 yılı Aralık ayındaki ölümüne değin iki yıl çalışacak olan Bruno Taut, Türkiye’de “mimarlık pratiğinin kavramsal düzeyde ele alınması” çalışmalarına bir başlangıç olacak olan “Mimari Bilgisi” adlı kitabı yazdı (32). “Ancak, Taut’u diğerlerinden [Türkiye’de görev yapan, çağdaşı diğer yerli ve yabancı mimarlardan] ayıran sadece mimarlığı kavramsallaştırma çabası değildir. Bu çaba onu çelişkilerle de dolu olsa, modern mimarlığın genel geçer (kendi deyimi ile “moda”) tanımları ve kabulleri ile hesaplaşmaya yöneltmiştir” (Tanju, Türkiye’de Farklı Bir Mimar). Taut, “modernizme modernizmin içinden eleştiri” yöneltecektir. Egli modernizminin; Kübik mimarinin kuramsal düzeyde de yapılar ölçeğinde de tartışıldığı bir ortamda ülkemize gelen Taut, Şubat 1938’de ünlü mimar Walter Gropius‘a yazdığı mektupta “Burada mimari çizgiyi neredeyse yeni baştan yaratmak gerekiyor” diyecektir. Bu notu aktaran Speidel de Taut’un, ülkemize gelmesini sağlayan arkadaşı mimar Martin Wagner gibi “kuram ve tasarımlarıyla, Türkiye’de, ‘kübizm’ diye adlandırılan yüzeysel bir modernizme karşı savaştı”ğını söyleyecektir (Speidel). Nicolai, “Bruno Taut’un mimaride yeni bir sentez girişimi, Türkiye’de İkinci Ulusal Üslup denen olgu için bir kıvılcım sayılabilir” diyerek, onu İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın esinleyicisi de sayıyor! [Bruno Taut’un Akademi Reformu… ] Behçet Ünsal da 1973’de yapılan bir soruşturmaya verdiği yanıtta İkinci Dünya Savaşı öncesinin, mimari ortama taşıdığı havaya vurgu yaparak, “Türkiye’de ikinci defa bir yeni Türk Mimarisi (Milli Mimari) akımı baş gösterdi. Bu da ilk meyvesini Ankara’da verdi. Örneğin Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi gibi.” diyecektir. (Mimarlığımız 1923-1950).
Taut, “uluslararası stil”in ülkelerin özgün ve özel iklimini gözetmeden, o iklimden yalıtılmış, soyut bir “arı düşünce” düzeyinde uygulanmasını; tekniğin hegemonyasında yükselen “yapı”laşmayı, yapıları eleştirir, Bir tür tektipleşmekle suçlar bu yönelimi. “Sonuç, bir bütün dünya mimarisi, bugün resimleri bütün dergilerde görülen çok sayıda modern yapı. Eğer yapıldıkları ülke veya yer bu fotoğrafların altında belirtilmese, bunların Türkiye’de, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, Japonya’da vb. bulunduklarını kimse bilemeyecek” (Nicolai, Bruno Taut’un Akademi Reformu…) Hemen ardından tekniğin hegemonyasında birörnekleşen “International Styl”i [Uluslararası Mimarlık anlayışı] mimariyi, varlık temelinden yoksun kılmakla suçlar:
“İşin trajik olan yanı şu ki” der, “en yüksek sesli sözcülerinin bir bölümü aracılığıyla tekniği mimariye üstün kılıp kendi sanatlarını yıkanlar, mimarların kendileri oldular” (Nicolai). Nicolai‘ya göre bu, “… yeni bir tarihsel mimariye dönüş değil, fakat Avrupa düşüncesinde birbiriyle bağdaşmaz gözüken gelenek ve modern kavramlarının işlevsel ilkenin korunması koşuluyla birbirine bağlanması anlamını taşımaktadır.” Kristiana Hartmann da Taut’un sözlerinden yola çıkarak, mimarın kişiliğinde “Diyalektik bir bütün olarak gelenek ve modern”in biraradalığına vurgu yapar: “Bir yandan eski yapı geleneğine esir olmadan ona uyum sağlama çabası, diğer yandan da mimarî çözümleri modern endüstriyel görevler [işlevler] paralelinde gerçekleştirmek” (Taut, Aktaran: Hartmann).
“Gerçeğe gölge düşürmeden, duyguları köreltmeden”
Mimar’ın, ölümünden yedi ay önce, 4 Haziran 1938’de, İstanbul’da adına düzenlenen ve Japonya’da iken tasarladığı “sanatsal eşya ve mobilya” tasarımlarını sergilediği, “TAUT SERGİSİ”nin açılışında yaptığı konuşma, salt kendisinin modern ve geleneksel mimariye bakışını yansıtmakla kalmıyor; o yılların Türkiye’sindeki mimari ortam ve eğilimlere, ölümünü izleyen yıllarda gündeme gelecek olan, İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın da benimseyeceği kimi yönelimlere ışık tutuyor:
“… Bir başka deyişle, bir yandan eskinin yapı gelenekleriyle uyum sağlamam isteniyor, öte yandan da modern sanayinin isteklerine uygun bir mimarlık çalışması bekleniyordu benden. Bu iki eğilimin yaşamım üzerindeki etkileri daha ilk gençlik yıllarımda hissettirmeye başlamıştı kendini (…) İlk çalışmalarımdan bugüne kadar, birbirinden farklı bu iki eğilimin etkisini her zaman görebilirsiniz bende.
(…) Çağımız mimarı da işte bu iki eğilim arasında gidip gelme durumundadır. Biçim olarak gerçeğe uygun düşen yapılar her zaman göz dolduruyor, bunu kabullenmek zorundayız. Ancak bizim mensubu olduğumuz sanat dalı mimarlığı da teknik, konstrüksiyon ve fonksiyon üçlüsünün oluşturduğu akılcı öğeler bütününden kopuk düşünmemiz olanaksız. Bu nedenle biz mimarlar düşünmek zorundayız: Gerçeğe gölge düşmeyen, ama aynı zamanda duyguların da körelmediği yolun arayışı içinde olmak zorundayız.
Eskinin gelenekleriyle çağdaş uygarlık arasında bir sentez yakalamaya çalışmalı, ancak bu arayışın tek taraflı olmasından kesinlikle kaçınmalıyız. Ben bu görüşümde, şahsen o kadar ileri gittim, bugün de o kadar ilerideyim ki belirli biçimselliklere sarılmakta hiçbir anlam göremiyorum. (…) Eskinin ustaları çok yönlüydüler. Eskiden beri onları örnek alır, tek yanlı görüşlere dayalı çalışmanın nitelikli sonuç vermeyeceğini düşünürüm. Sinan’ın ülkesi Türkiye için de aynı aynı şey geçerli: Mimarın görevi, bana sorarsanız, az önce anlattığım senteze varmak… ” (Bruno Taut Sergisi). O “sentez”e, “gelenek ile çağın gereklerini bağdaştırma”ya varacaktır Taut, dahası onu yeniden üretecektir. “İyi işleyen iyi görünür. Biz bir şeyin kötü görünmesine rağmen iyi işlediğine inanmıyoruz” diyen mimar, “Hislerle yüklü hoşluk yerine zamanın parolası olan fonksiyonalizm”i koyacak; dolayısıyla yapısal “güzellik”, “yapı ile onun amacı arasındaki direkt ilişkiden” doğacaktır (Hartmann). Gerecin “doğal özellikleri” ve “konstrüksiyonun zarifliği” de bu “güzel”liğin hamuruna katılacaktır. Taut için iyi, işlevsel ve güzel her yapı, kendi sözleriyle söylersek, toplumsal gereksinmeden tasarıma, “proje”den yapısal varoluşuna değin çok yönlü bir “sosyal ve kolektif düşünüş biçiminin”, bu “düşünüş biçimi”nin arkaladığı bir duruşun ürünüdür. Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi de böylesi bir yapı sayılmak gerekir.
Burada Taut’un içinden geçip geldiği “yola” daha açıklık getirmek, kurduğu bireşimin arka alanındaki birikimi sezmek açısından, kimliğini kuran bileşenleri biraz açmak yerinde olacaktır. Dr. Bülent Özer’in 1965’te Akademi’de yayımladığı “Modern Mimaride Subjektif Davranışlar” adlı yazısından iz sürerek Taut’un kimliğini belirleyen tarihsel bileşenlere bakmayı deneyelim.
1907’de kurulan “Alman Zanaatçılar Birliği” (Deutscher Werkbund) mimari seçmeciliğin ‘geriye çevrik öykünmeciliğine karşı ‘isyan bayrağı’ açmış pekçok mimarı çevresinde toplayacaktı. “Her türlü kalıba, her türlü tipifikasyona karşı” başkaldıran bu mimarlar arasında, Taut’un “hocası” Theoder Fischer, Hans Poelzig, Hermann Muthesius, Henry van de Velde… gibi çağımız mimarisini etkileyecek mimarlar vardı. Yüzyıl mimarisi (20.yy)’ni uğraştıracak, yapı yapmanın öznel ve nesnel bileşenlerini anlamak uğraşına damgasını vuracak temel mimari kavram ve yaklaşımları ateşli bir tartışma zemininde tartışacaktı bu mimarlar.
Birinci Dünya Savaşı’nın mimari etkinliğe yansıyan fizik ve moral baskısı altında Alman Werkbund’u çatısı altında toplanan mimarların bir bölüğü ‘modern mimari’nin öncülleri olarak ‘ferdiyetçi bir dil’ ve ‘tutum’u savunacaklardır. Yapı yapmanın toplumsal bütüncüllüğünü çözmek yanında, “mimarın görevin bütününe sanatını ispat edici bir nesne” olarak baktığı bir yeğleme ve yaklaşımla yapıya egemen kılınacak “plastisite”nin ardına düşeceklerdir.
Savaşın yıkımı ve toplumsal ortama taşıdığı kaos 1918’lerin Almanya’sı mimarlık ortamında daha güçlü bir “ferdiyetçiliğie” yol açacaktır. İşte bu ortamda Bruno Taut’un da “çevresinde ütopyacı bir takım sanatçılar” toplanacaktır. Bu, boşuna değildir! Taut şunları yazıyor: “Yalnızca güzel olan bir ev istiyoruz. Bu evin başka bir gayesi olmayacaktır… yapı sanatının mutluluğu ziyaretçiyi saracak, ruhunun insani muhtevası boşalarak, onun yerini ilahi bir muhteva alacaktır” (Aktaran: Özer). Yine 1919’da Gropius – Taut – Behne üçlüsünce düzenlenen “Tanınmamış Mimarlar Sergisi”nin ‘manifesto’sunda şu görüşlere yer verilecektir:
“Her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir fayda güden mimariye sırt çevir[il]ecek ve rüyayla gerçek, yıldızlar özlemiyle günlük hayat arasında yakınlaşma sağlanacaktır. Bugün ortada herhangi bir mimar gözükmüyor. Bizler günün birinde mimar adını hak edecek kimsenin hazırlayıcılarıyız.” (Özer) Bu “ütopyacı” grubun “subjektif fonksiyonalizm”ini yine yaşam, toplumsal gerçeklik “objektif fonsiyonalizm”e ağdıracaktır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının toplumsal gerçekliği ve güncel gereksinmeleri mimarları düşten gerçeğe çekecektir! Hemen hepsi, yüzlerini objektif fonksiyonalist mimariye çevirecek, Gropius ünlü Bauhaus’u kuracak, “Taut ise Magdeburg kenti imar işleri sorumluluğu”nu yüklenecektir!
Almanya’nın özgün tarihsel koşulları içinde çalkalanan bu mimarlar, sömürgeler elde etmek kavgasında geç kalan bu ülkenin 1940’larda içine gireceği serüvenden birincisinden daha kötü etkilenecekler, düşlerinden olduğu gibi yurtlarından da olacaklardır! Alman faşizmi Taut’un toplumsalcı bir kimliğe evrilmesine; bir dünya yurttaşı olarak geldiği ülkemizde “tanınmamış mimarlar sergisi”nde beklediği mimarı “hazırlamak”tan öte, onu bulmasını sağlayacaktır. Bu gerçekleşimi düşünce dünyasından yaşamın toprağına dikme olanağını, ona genç Türkiye Cumhuriyeti sunacak, sağlayacaktır. Taut, kendi sözleriyle o senteze, “gerçeğe gölge düşürmeden” duyguları köreltmeden” ancak böyle trajik bir serüvenden geçerek ulaşacaktır…
Kaynakça:
- Batur, Katafalk; Ölümün Draması/Duygusal ve Zarif. Atatürk İçin Düşünmek, İki Eser: Katafalk ve Anıtkabir, İki Mimar: Bruno Taut ve Emin Onat. Milli Reasürans T. A. Ş. Yayını. 1. Bası, İstanbul Kasım 1997.
- Bozdoğan Sibel, Modernizm ve Ulusun İnşası / Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, Çeviren Tuncay Birkan, 1. Bası. Kasım 2002 İstanbul.
- Cengizkan Ali, Modern’in Saati, “Mimarlar Derneği 1927”/ Boyut Yayın Grubu, 1. Baskı, Eylül 2002 Ankara.
- Doğuoğlu-Fındıkgil Meryem Müzeyyen, 19. Yüzyıl İstanbul’unda Alman Mimari Etkinliği, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 13 Mart 2002.
- Hartmann Kristiana, Bruno Taut Almanya’da / Gelenek İle Modern Arasında Bir Mimar, Çev.: Ömer Gülsen. Güzel Sanatlar Akademisi’nin 100. Kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesinde 3 Mart 1983 günü Mimar Sinan Üniversitesi’nde verdiği konferans. Yapı, S. 48. Yapı Endüstri Merkezi Yayını.
- Kandil Mustafa, Doç. Dr. (K. T. Ü. Mimarlık Bölümü), Mimar Bruno Taut, Mimarlar Odası Trabzon Şube bülteni, S. 7, Mayıs 1992.
- Mimarlığımız 1923 / 1950, Soruşturma. Mimarlık 1973/2, TMMOB Mimarlar Odası Aylık Yayın Organı.
- Nicolai Bernd, Moderne und Exil, Deutschsprachige Architekten in der Türkei/ 1925-1955. (Çağdaşlık ve Sürgün, 1925’ten 1955’e kadar Türkiye’deki Alman Dilli Mimarlar). Verlag für Bauwesen, Berlin 1998.
- Nicolai, Bruno Taut’un Akademi Reformu ve Türkiye İçin Yeni Bir Mimariye Uzanan Yolu (I). Atatürk İçin Düşünmek. İki Eser: Katafalk ve Anıtkabir. İki Mimar: Bruno Taut ve Emin Onat, Milli Reasürans T. A. Ş. 1. Bası, Kasım 1997, İstanbul.
- Özbay Hasan, Günümüz Gözüyle Erken Cumhuriyet Yapıları, http: //www. asa. com. tr/cumhuriyetdonemiyapilari. htm (02. 08. 2002).
- Sözen Metin, Türk Mimarlığı, Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, Ankara 1984.
- Speidel Manfred, Bruno Taut, Çalışmaları ve Etkisi. Bruno Taut’un Akademi Reformu ve Atatürk İçin Düşünmek…
- Speidel, Bruno Taut ve Ankara, Doğallık ve Özgürlük-Bruno Taut’un Türkiye’deki Yapıları, http//www. asa. com. tr/brunotautveankara. Htm
- Tanju Bülent, “Mimarlık, Erk ve Ulusal Kimlik”, Lawrence J. Vale’in “Architecture, Power, And National Identity” adlı kitabını tanıtan yazısından, Mimarlık S. 284. 1998.
- Tanju, Türkiye’de Farklı Bir Mimar, Bruno Taut’un Akademi Reformu ve Atatürk İçin Düşünmek…
(*) Bruno Taut’un mimarlık dağarımıza armağan ettiği yapıtlar ve mimarlık sanatımıza etkileri için bkz.:
Ümit Sarıaslan, Cumhuriyet’in Mimarları, Kuruluş Ankarası’nda Üç Mimar, Otopsi Yayınları, 1. Bası, İstanbul 2005.