Erdal Üresin

Erdal Üresin

ERDAL ÜRESİN ile SÖYLEŞİ

OSMAN SARIKAYA- Sayın arkadaşlar, Sayın Erdal Üresin, SSK İş Kazaları Hastalık Sigortası Daire Başkanlığı yapmış ve SSK Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli olmuş. Şu anda Sağlık Bakanlığının Sağlık Projeleri Genel Koordinatörü olarak çalışıyor.

Özgeçmişinden bahsedeyim:Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu, hem okuyup hem çalışmış, daha sonra bir arkadaşının önerisiyle Sosyal Sigortalar Kurumuna giriyor. Sosyal Sigortalar Kurumunda hepinizin bildiği gibi birinci kademeden başlayarak İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları Daire Başkanlığı yapıyor ve en son Genel Müdür Yardımcısı olarak emekli oluyor. Halen Sağlık Bakanlığı Sağlık Projeleri Genel Koordinatörü olarak çalışıyor.

Buyurun.

ERDAL ÜRESİN- Merhaba, önce bu köklü ve güzide fakültemizde, değerli hocamız Gürhan hoca ve siz değerli öğrencileriyle birlikte olmadan hem gurur duyuyorum, hem çok mutluyum: teşekkür ederim.

Özgeçmişimi çok kısa olarak ben bir kez daha tekrarlayayım sîzlere:İktisadi Ticari İlimler Akademisinde okurken Hukuk Fakültesinde ders yapıyorduk; çünkü o tarihlerde binamız yoktu. Dolayısıyla dersler gece oluyordu. O nedenle arta kalan kısımlarda gündüz ders çalışmak imkanımız oluyordu. O tarihteki her genç gibi biz de Devlet İstatistik Enstitüsünde 10 lira yevmiyeyle -bürokrasiyi biraz anlatacağız, onun için ayrıntılarından bahsedeyim- 10 lira yevmiye ile çalışıyorduk. Daha sonra Osman kardeşin bahsettiği gibi SSK’da çalışan bir arkadaşımın önerisi ve ısrarıyla SSK’ya transfer olduk aylığı bir parça daha fazla diye. Ama kısmet oymuş, SSK’da 30 yıla yakın hizmetim oldu, fiş memurluğundan başlayıp her kademede yıllarca çalıştıktan sonra en son Genel Müdür Yardımcısı iken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müşavirliğine atandım, Müşavirlik görevinde iken, Sağlık Bakanlığının Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğünden -ki amacı sağlık reformlarını gerçekleştirmek ve genelsağlık sigortasını Türkiye’de uygulamaktı. Konu, tam benim konum olduğu için oradan gelen teklifi değerlendirerek oraya geçtim sözleşmeli Danışman olarak halen orada çalışıyorum. Projeyi Dünya Bankası finanse ediyor. 1 yıl için gelmiştik, 6 yılı geçti ve ne yazık ki halen genel sağlık sigortası da henüz gerçekleşemedi, ondan da kısaca bahsedeceğim.

Benim bu görevi sırasında eğitimciliğim de oldu, 14 yıl kadar kurumun çeşitli kademelerindeki personeline şef, müdür yardımcısı, sigorta müfettişi ve müdür seviyesindeki personele de eğitim hizmeti verdim.

Ben, mevzuattan ziyade uygulamada karşılaştığımız enteresan olayları ve uygulamayla ilgili gözlemlerimi, kişisel görüşlerimi, fikirlerimi sizlere aktarmaya çalışacağım. Bu arada sizlerin aklınızdan geçene, merak ettiğiniz hangi konu olursa olsun, özellikle kısa vadeli sigorta yönünden, her zaman -arada da sonunu beklemeye gerek yok söyleşinin- merak ettiğiniz her şeyi sorabilirsiniz.

Benim önemli izlenimlerimden biri şu: Biraz önce bahsettiğim eğiticilik hizmetlerinde, eğitim hizmetlerinde özellikle şef kademesindeki personel ağırlıklı olurdu. Çünkü Sosyal Sigortalar Kurumunun her ilde bir idare ünitesi vardır sigorta müdürlüğü olarak, bunun dışında yine birçok ilde ve bazılarında birden fazla olmak üzere sağlık tesisi vardır. 114 idi ben bıraktığım yataklı sağlık tesisi, bunun yanında dispanser ve sağlık istasyonu olmak üzere çok geniş bir teşkilata sahiptir ve her kuruluştan, özellikle şef seviyesinde personel gelirdi eğitimlere. Zaten teşkilatta da uygulamada şefin ağırlığı büyüktür. İlk basamağı uygulamanın ve aktif olan yönü şeflerdedir.

Benim izlenimim şeflerimizin sigortayı hep önplanda tutup, yani kurumu önplanda tutup kurumu kayırmaya çalışmaları. Ben hep şunu söylerdim eğitimlerde: Tamam gayet tabii kurumun haklarının korunması lazım, kurumun parasının çarçur edilmemesi lazım. Çünkü kurumun parası sigortalıların parasıdır, primidir, kamu parasıdır; ancak sigortalıların da kanundan doğan bir hakları söz konusudur, hakları vardır yasadan doğan. Bu hakları da hiçbir şekilde gözardı etmemek, zedelememek gerekir” derdim. “Tabii ki para havuzdaki balıklara saçılmayacak, ama sigortalıların da haklarını, hukuklarını çiğnememek lazım, çünkü kurumun kuruluş amacı sigortalılara hizmettir; başka bir gayeyle kurulmamıştır, sigortalılara hizmet götürmektir işlevi” derdim.

Bu çalışma dönemi içerisinde sayısız hadise başımızdan geçti, birçok gözlemlerimiz oldu. Aklıma gelenlerden bir tanesini not etmiştim. İş kazası geçirmiş kişilere -hastalıkta da söz konusu- biliyorsunuz kısa vadeli sigorta kolları deyince 3 ana sigorta kolu vardır. Birincisi, ş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası; İkincisi, hatalık; üçüncüsü analık sigortasıdır. Bunlar kısa vadeli sigorta kolları olarak tanımlanır.

Bir de uzun vadeliler var; onlar da, malullük, yaşlılık, ölüm sigortalarıdır.

Kısa vadeli sigorta kollarında burada şuna da değinmek lazım, dairenin ismi “İş Kazaları Dairesi Başkanlığı” ama bu tam kapsamıyor işlevini ve doğru bir ifade değil bence. Bahsettiğim gibi sigorta kollarından yalnızca bir tanesini anlatıyor. Halbuki o dairede hastalık ve analık sigortaları işlemleri de yürütülüyor. Daha önce de ismi kendisini tam anlatan bir isim değildi, ama daha önceki adı da “Hastalık Sigortası” ydı. Her neyse, her ikisi de amacını anlatan tam bir isim değildi.

İş kazası geçirmiş bir kişi diyelim, hastalık sebebiyle de olabilir, malullük arabası veriyoruz sigortalılara özellikle belden aşağısı felç olan kişilere. Bir sigortalımız vardı, bunun da belden aşağısı felçliydi, malul arabası verdik; ama malul arabasını çok güzel kullanırdı, kravatlı, ceketli, hatta yelek ve başında da fötr şapkası var. O şekilde sanki otomobil kullanır gibi, fakat bir tarihte bakıyoruz arabasının sık sık bozulduğundan, farının kırıldığından veya çalışmadığından, tekerleğinin balansının tutmadığından şikayet ederek sık sık gelir oldu. Sonra bir gün anladık ki, daha doğrusu görmüş bir arkadaşımız, Kurtuluş’tan Kızılay’a kadar olan düz yolda diğer malul arabası olan sigortalıyla yarış ediyormuş, ağaca bindirmiş. Arabadaki arızalar oradan meydana geliyormuş.

Bu girişi şunun için yaptım, aslında bizim bulunduğumuz dairenin görevi zordu. Şöyle: Sigortalıların hep kötü durumlarının ve hep yakınmalarını dinlediğimiz ve bunlara muhatap olduğumuz bir yerdi. Yani örnek olarak hastalanmıştır, tedavisi istediği gibi olmamıştır; eşi hastalanmıştır, çocuğu hastalanmıştır, iyileşmiyordur, yurt dışı tedavisi söz konusudur, gidemiyordur, kanun buna müsaade etmiyordur. Yahut sigortalının kendisi hastalanmıştır, tedavisi Türkiye’de mümkün değildir, yurt dışına gitmesi lazımdır, gerekli prim ödeme süresini tamamlayamamıştır. Aylarca istirahatlı kalmıştır, kanunda öngörülen prim ödeme süresini yerine getiremediği için ödenek alamamıştır, işveren de ücretini vermediği için parası yoktur.

Bu tür örnekleri verdikten sonra yine üzüntü mü diyeyim, bunun tersi de oluyor tabii. Bazen bizi sevindiren şeyler de oluyordu. Hastalık sigortasında yurt dışı tedavi imkanı yoktu hastalık sigortası uygulamasında. Biraz önce bahsettiğim kısa vadeli sigorta kolları üç tane diye, iş kazası sigortası kolunda vardır da baştan beri, ama hastalık sigortasında yoktu. 1987 yılında yapılan bir kanun değişikliğiyle bu imkan getirildi. O tarihte kanun çıktığında Türkiye’de en yaygın olarak, hele o günün şartları ve imkanları içinde değerlendirmek lazım. En çok böbrek yetmezliği hastalığı olanlar yurt dışı tedaviye çok gereksinim duyuyorlardı. Çünkü böbrek nakli, Türkiye’de çok kısıtlı olarak 1-2 hastanede yapılıyordu, ayrıca böbrek verecek donör bulunamıyordu. Birçok hasta diyaliz makinesine, suni böbrek işlevini gören makineye bağlı olarak hayatını sürdürebiliyordu. Kanun çıktığı zaman bizim dairenin göreviydi hastaları yurt dışına göndermek. Tabii bunun için sağlık kurulu raporu olması gerekiyor öncelikle. Ayrıca belirli bir prim ödeme süresi gerekiyor. İlk uygulamayı yapacağımız zaman o sigortalıların gelip de dairemizin kapılarında günlerce bekliyorlardı. Çünkü uygulamayı başlatacak birtakım hazırlıklar, Yönetim Kurulundan birtakım kararları almamız gerekiyordu uygulamanın nasıl yapılacağına dair. Çünkü Türkiye’de ilk defa yapılan bir uygulamaydı bizim yönümüzden. Gönderilme prosedüründen tutun, gönderileceği yerden randevu alınmasına kadar hangi gün gönderilecek, nasıl gönderilecek, ne kadar döviz verilecek, Merkez Bankasından hangi şartlarla döviz alabileceğiz, ne kadar zaruri gider ödeyeceğiz günlük, kendisine işlek edecek kişin nasıl gönderilecek gibi bir sürü formalitesi olacaktı. Bütün bunların hazırlıkları ve işlemlerin tamamlanması için bir süre gerekiyordu. Unutamadığımız bir şey, o insanların bekleyişleri. Çünkü hayat mücadelesi veriyordu o insanlar. Çünkü bir anlamda ameliyatlarının olup da böbrek nakillerinin sağlanması onları yeniden hayata döndürecekti. Başkanlığın kapısında gelip beklemeleri ve bu ümitle bizlerin ağzımıza bakmaları, bizi çok duygulandırmıştı, unutamadığım şeylerden biridir bu meslek hayatında. Yani bahsettiğim gibi üzülmek mi gerekir, ondan sonra onları göndermeye başlayınca da onun sevincini yaşamaya başladık. Hatta hatta daha ileri safhalarda gönderdiğimiz kişilerin sağlıklarına kavuşup döndüklerindeki hislerimiz tabii çok daha farklı olmuştu. Yani ne bileyim, bir işe yaramanın mutluluğunu yaşadık. O güzel bir olaydı bir yönüyle; tabii başarılı olan tedaviler için.

Ben Ankara Sigorta Müdürlüğünde işe başlamıştım, Dışkapı’ya giderken Pazar durağında halen mevcut, ilk SSK’ya başlamam orada oldu. Bir şefimiz vardı,rahmetlik oldu. Çok kendine has tipi ve tarzı vardı. Çok sevimli, kısa boylu, şişman ve şeflik havasını da iyi veren bir ağabeyimizdi. Bir olayı hatırlıyorum, o zaman uygulamada Hastalık Sigortasında 7 günlük istirahatın ilk 3 günlüğü için ödenek verilmezdi. 7 günü aştıktan sonra tamamı verilirdi. Yani bunun anlamı 5-6 gün istirahat alan bir kişi ödeneğinin ilk 3 gününü alamazdı, kalan 2 veya 3 gününü alırdı. Bu tabii çok düşük olurdu, sigortalıların bazıları bunu bilmezlerdi. Aldığı bir haftalık yevmiyesiyle kurumdan aldığı geçici iş göremezlik ödeneği çok farklı olurdu. Biz bir ödenek tahakkuku yaptığımız bir gün sigortalı parayı çok az bulunca aldı parayı yere çarptı, attı. “Ben bunu istemiyorum, alın sizde kalsın” diye. Tam bu sırada şef de kapının önünde ve bu olayı görünce “vay, sen demek ki Türk Parasına hakaret ediyorsun, şimdi ben sana göstereceğim” dedi ve hemen karşı odasına geçti. Telefonu çeviriyor, ama güya polisi arıyor, aslında polisin numarasını filan çevirmiyor, boşa çeviriyor. O anda sigortalının şefe yalvarmalarını hatırlıyoruz biz. “Aman ben ettim şefim sen etme, ben bir daha yapmayacağım, bilemedim” filan diye.

Bu olayla ilgili izlenimimden bahsedeceğim. 60 yıllarda veya 61-62 olabilir. Sigortalıların bilinçlenme şekli ve yaklaşımları da çok değişti. O zamanki düzeyle şimdiki düzey çok farklı. Hepimiz için öyle, bizim de o yaşlardaki ilk memuriyet yıllarımız sürekli olay olurdu, sigortalılarla hepimiz bir odadan ses çıkınca diğer odanın personeli oraya yardıma koşardı, öbür odada çıkınca biz oraya koşardık filan. Sigortalılar da mevzuatı hiç bilmezlerdi, bizim de tam delikanlılık zamanımız bürokrasinin ilk deneyim yılları bizim bakımımızdan.

Böyle enteresan olaylar yaşadık. Adam ayak protezinin eskidiğini göstermek için ayağını çıkartır protezle pabucunu masanın üzerine koyardı “eskidi” filan şeklinde. Ama şimdi sanıyorum, tabii her iki taraf da epeyce mesafe kat etti; gerek bürokratlar olarak bizler, gerekse sigortalılar, çok daha bilinçli hareket ediyoruz.

Ancak şunu da belirtmek lazım, yine benim kişisel gözlemlerime göre. Tabii bu söylediklerim zaten tamamen benim kişisel deneyimlerim, hatıralarım, anılarım ve de kişisel fikirlerimdir. Bürokratik kademede bazı yerler istisna, ama daha bir düşüklük olduğunu hissediyoruz, yani benim çalıştığım dönemde, yıllarca her kademede çalıştım, kuruma fiş memuru olarak girmiştim, raportörlük, şeflik hepsi yıllarca. Ondan sonra müdür yardımcılığı, daire başkan yardımcılı, daire başkanlığı ve genel müdür yardımcılığı gibi her kademede yıllarca çalıştıktan sonra o ki gözlemim, sanki eski yıllarda daha kaliteliymiş, daha kaliteli personel çalışırmış görüşündeyim, ama butabii ki, kurumlar itibariyle fark eder. Çok nitelikli eleman çalıştıran kurumlar var. Sanıyorum bunda büyük ölçüde maddi yaklaşımın etkisi vardır. Yani belirli bir düzeyin üstünde imkan temin edilemediği takdirde kişiler daha iyi imkan sağlayan yerlere deplase oluyorlar tabii. Yani ben bunu kendim de başımdan geçtiğini gördüm. Kendi servislerimde, yani taşrada hastalık servislerinde çalışan şeflere eğitim veriyoruz, iki ay sonra İstanbul’a gittiğimde o şefin -İstanbul’da Kurumun 7 tane idare ünitesi varken- iki ay sonra çok daha iyi maddi imkan temin eden özel bir kuruluşa gittiğini öğreniyorum. Yani kuruma yıllarca emek vermiş, eğitimini görmüş yetişmiş şefin ayrılıp başka bir tarafa gittiğini görüyordum.

Hele bir seferinde yaptığımız bir eğitime İstanbul’dan bir arkadaşımız gelmişti. Tarzım da oydu “Dersin sonunu beklemeye filan gerek yok, aklınıza geldiği anda, aklınıza gelen şeyi sorun” derdim. Bir eğitimde beni öldürdü, iki dakikada bir soru, iki dakikada bir soru, aklına ne gelirse soruyor. Ben de hiç kesmiyorum, hoşuma da gidiyor ilgi duyulması. Aradan 2-3 ay geçti, bir iş seyahatinde İstanbul’a gittiğimde sordum “Nerede?” diye “Efendim, özel sektöre geçti” dediler. “Yahu bizi bu kadar perişan etti” dedim.

Şimdi benim için kötü bir anı olan bir şeyi daha anlatmak istiyorum. Hani biraz önce o dönemdeki işçi yaklaşımının bilinçlenmenin belki olmaması sebebiyle haklı olduğunu ve bir sürü olay yaşadığımızı bahsetmiştik, ama bunlar yalnızca o yıllara ait değil, benim Daire Başkanlığımda da maalesef o kadar aradan yıl geçtikten sonra Daire Başkanlığımda ve Genel Müdür Yardımcılığımda çok kötü bir anım oldu. Maalesef bunu üzülerek söylüyorum, bir profesörden bu muameleyi gördük. Kanunen mümkün olmayan, ama şimdi tam olarak hatırlayamadım, bir yurt dışı tedavi söz konusu olabilir, o tarihte henüz kanun çıkmamıştı. Çok uzun zaman geçti aradan, bu kötü bir anıydı benim için. Odamda yurt dışına göndermiyoruz diye ismini hâlâ o sigortalının -unutmam da mümkün değil zaten- çok kötü muameleye maruz kaldığımı hatırlıyorum. Kalp hastası, ama çok kötü bana karşı, muhatabı bendim. Niçin dediğini yapmıyoruz diye hiç unutamadığım kötü bir anıdır. Şunu demek istiyorum, seviyeyle her zaman ölçmemek lazım; o ayrı bir şey. Herhalde kişilik yapısından kaynaklanan bir durum olsa gerek. Bir şey ikram etmek istiyorum “Bir şey içmez misiniz, oturmaz mısınız?” diyorum “Siz kahve ikram etmekle beni öldürmek istiyorsunuz, bana kahve dokunuyor’ gibi aklımda kalan yaklaşımlarından bir tanesi.

Tabii her şey bir aşama geçiriyor. Yine bir şey hatırlıyorum notlarımdan. 80’li yıllarda Kurumun Genel Kurulu yapılıyordu, eskiden her yıldı, sonradan üç yıla yayıldı. O tarihteki Sayın Bakanın kurum hastanelerinden sağlık tesislerinden şikayetleri dile getirerek yeni bir yapılanmaya gidilmesinin uygun olacağı, bu yapılanmanın da sağlık kuruluşlarının özerkleşmesi tarzında, kendi başına hareket edebilecek -gerek idari yönden, gerek mali yönden- bir yapılanmaya gidilmesi halinde çok şeyin düzelebileceği. Sıra beklemenin büyük ölçüde azalacağı, bürokratik işlemlerin azalacağı, idari işlemlerin azalacağı ve bu sebeple de daha hızlı bir çalışma düzeni ve daha istenilen bir hizmet düzeyine erişilebileceği görüşünü ortaya attığında -yani temel fikir sağlık kuruluşlarının özerkleşmesi idi- bütün salondaki delegelerin, özellikle işçi kesimi delegelerinin Genel Kurul salonunu terk ettiklerini hatırlıyorum. Bu bir süreç tabii, oysa şimdi herkesin telaffuz ettiği, istediği, ortaya koyduğu ve bir çare olarak gördüğü bir yöntem bu. Hatta bu konuda kanun değişiklik teklifleri veya tasarıları var. Yani bunu da şunu gösteriyor: Demek ki, zaman içinde belli bir süreçte aşamayla çok şeylerde hem görüşler, hem uygulamalar değişebiliyor.

Bizim biraz yufka yürekliliğimiz de mevcut. Bunu şöyle anlatayım: 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunundaki hükümlere göre ve ilgili yönetmelik hükümlerine göre, sigortalıların tedavilerinin kurum sağlık tesislerinde yapılması şart; ama ayrıcalıklar var. Aciliyet durumu, kuruma gelemeyecek kadar ağır hastalık durumları filan gibi hallerde tedavinin kurum dışında yapılması halinde masrafların veya bir kısmının ödenme imkanı var. Ama dediğim gibi şarta bağlı.

Bir tarihte üniteler Genel Müdürlüğe sorduğunda ödeyemediğimiz bir vakayı hatırlıyorum. 10 bin liralık bir kurum dışı tedavi masrafı için sigortalının odamda ağladığını hatırlıyorum. Tabii bunlar hakikaten çok üzücü şeyler oluyordu. Biz o kadar katı bürokrat değilmişiz demek ki. Birçok kez de aramızda para toplayıp sigortalılara böyle ödeme talimatı veremediğimiz şeyler için yardımda bulunuyorduk.

Yine hatırladığım enteresan olaylardan biri de bir sigortalının estetik ameliyat için yurt dışına gitmek istemesidir. Kanunen mümkün değildi, ama annesiyle birlikte bize aylarca geldiler. Annesi de çok tatlı bir kadındı bize her gelişinde bize leblebi getiriyordu. O leblebiyi servislere dağıtıyorduk. Bir gün geldi, elinde bir kitap. Bizim eğitim notumuzu nereden eline geçirmişse, oradan da kendisine uygun bir paragrafı bulmuş. Sanıyorum iş kazasında yurt dışı tedavi vardı da, hastalık sigortasında yoktu. Biraz önce söylediğim gibi 1987 yılında çıktı, ama onu kendisine uydurmayaçalışıyor, kitabı da bana kanıt olarak gösteriyordu. Dedim ki “o kitabı ben yazdım” dedim.

Ben, bu ana kadar epeyi konuştum. Sîzlerin sormak veya katkıda bulunmak istediğiniz bir husus var mı? Buyurun.

SORU- Sizce özelleştirme gerçekten SSK için bir çözüm olabilir mi, ya da nasıl bir yerde tutulabilir?

ERDAL ÜRESİN- Yaptığımız o çalışmalar özelleştirmeden ziyade özerkleşmeydi; yani sağlık kuruluşlarının özerkleşmesi. Mülkiyet yönünden bir özelleşme değil, ama şöyle: Halen bulunduğum yerde de aynı konuda çalışma var. Ben o zaman SSK mensubuydum, şimdi Sağlık Bakanlığındayım ve Sağlık Bakanlığında da bugün reform çalışmaları kapsamında sağlık kuruluşlarının özerkleşmesi var. Yani özerkleşmenin anlamı veya özerkleşmeden kasıt, sağlık kuruluşlarının idari yönden bağımsız olmaları, kendi başlarına hareket edebilmeleri.

Çok somut bir örnek vermek gerekirse, bugün SSK’da olsun, Sağlık Bakanlığında olsun, sağlık kuruluşları kendi imkanlarıyla hiçbir şey alamazlar. Çok kısıtlı bir limitleri vardır, sınır vardır, onun dışında hiçbir şey alamaz, yani bir mikroskop alamaz diyelim. Hepsini merkezden halletmek zorunda. Yani merkeze yazacak, merkez uygun görürse alacak, onun da uygun görmesi halinde bir alım bugün bürokraside altı aydan başlar. Yani ihalesiymiş, ilanıymış, değerlendirmesiymiş, oldu, olmadı gibi durumların ortaya çıkmasıymış… Buradaki kasıt, özerkleşme, eğer sağlık kuruluşu özerkleşirse, mali ve idari yönden bağımsız hale gelirse işleri kendisi yapacak. Merkezden talimat almadan, merkeze sormadan veya merkezden talepte bulunmadan en kısa sürede kendisi sonuçlandırabilecek; kasıt oydu.

SORU- Soracağım, genel sağlık sigortası için uzun vadede finansmanı nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz? Yani şu an bile tam anlamıyla yetmiyor, özele o kadar iş veriliyor. Genel sağlık sigortasına girildiği zaman bu özele şevklerle bu işin finansmanını karşılamak zor olmayacak mı?

ERDAL ÜRESİN- Madem bu konuya açtınız, o zaman genel sağlık sigortasıyla ilgili sorunuza aradan cevap vermiş olamamak için şöyle bir taraftan genel sağlık sigortasına da değineyim; ne yapmak istiyoruz.

Benim şimdiye kadar anlattıklarım SSK ile ilgili hususlardı. Ben 1992 yılı sonlarında sağlık projesine geldim genel sağlık sigortası konusunda çalışmak üzere. Genel sağlık sigortasından amaç şu: Genel sağlık sigortası derken çeşitli isimlerle anılıyor, onu da söyleyeceğim. Şimdi arkadaşlarım, Türkiye’de sosyal sağlık güvencesi halen SSK. Emekli Sandığı, Bağ-Kur ana kuruluşlar olarak bunlar tarafından sağlanılıyor, bir de buna kamu kurum ve kuruluşlarını ilave edebiliriz. Bugün SSK, hizmet akdiyle -çok kaba ve anahatlarıyla söylüyorum- bir işyerinde çalışan kişileri kapsamına toplamış ve aşağı yukarı bizim hesaplarımıza göre -ki, kendi hesaplarında SSK’nın daha fazladır- diyelim ki 24-25 milyon kişinin sosyal sağlık güvencesini sağlıyor. Bu aktif sigortalı, aile fertleri, aile bireyleri, gerekse emekli sigortalılar ve aile bireyleri olarak.

SSK’nın dışında sosyal güvenlik kuruluşu olarak Bağ-Kur var. Bağ-Kur da yine kendi sigortalıları ve bağımlılarıyla birlikte -SSK’nın tersine olarak kendi nam ve hesabına çalışanları bünyesine almış- 9-10 milyon civarında şemsiyesi altında bugün nüfus vardır. Bunun dışında Emekli Sandığı var. Emekli Sandığı kamudan emekli olan kişi ve aile bireylerine sağlık hizmeti götürüyor. Bunun dışında bir de aktif çalışan devlet memurları var. Bunların da sağlık giderleri, aile bireyleriyle birlikte çalıştıkları kurum ve kuruluşlarca sağlanıyor. Bunları topladığımız zaman, alt alta koyduğumuz zaman sosyal sağlık güvencesi sağlanan kişi sayısını biz 41-42 milyon arasında veya üstünde çıkarıyoruz. Dolayısıyla sosyal sağlık güvencesi halen Türkiye’de sağlanamayan nüfus -son sayımlara göre Türkiye’nin nüfusu 62,6-62,8 dolayında son sayıma göre- 21,4 milyon kişinin bizim hesaplarımıza göre sağlık güvencesi yok. Bizim şimdi çalıştığımız ve iki kere Meclise sevk ettiğimiz tasarı bu 21 milyonu aşkın sosyal sağlık güvencesi olmayan kişiye sosyal sağlık güvencesini sağlamaktır. Daha çok kırsal alanda yaşadıkları varsayılıyor bu kişilerin ve bunlara ulaşmak da sosyal sigortacılık dahilinde olsun deniliyor, sosyal sigorta prensipleri dahilinde sigortalansın deniliyor. Bunun da kısaca tanımını yaparsak, sosyal sigortacılığın önemli iki unsuru vardır: Bir tanesi zorunlu oluşum sigortaya katılımın; bir diğeri de birimli oluşudur. Yani kişiler prim ödeyecektir sigortaya ve istekleri çerçevesinde değil, zorunlu olarak katılacaklardır. Bu çerçevede diyoruz ki, 21 milyon dolayında kişinin sigortalı olması lazım; amaç bu.

OSMAN SARIKAYA- SSK’da bir başkanlık modeli düşünüldü, böyle bir çalışma yapıldı 70’li yılların ortasında ve o sıralar siz de çalıştınız SSK’da. Şu andave çalıştığınız dönemde bu konuda ne düşünüyordunuz? Çalıştığınız zaman bu yeniden yapılanma modeli öne sürüldüğü zaman ne düşünüyordunuz, şu anda ne düşünüyorsunuz?

ERDAL ÜRESİN- Çalıştığım sürede bu yeniden yapılanma modeli çok ağırlıklı olarak gündeme gelmemişti. Yani detayları çok fazla bilinmiyordu, ama her zaman olduğu gibi, her yeni bir şeyde olduğu gibi, o zamanki bizim düşüncemiz de pek olumlu yaklaşım tarzında değildi. Yani çok yeni bir model ve şekilde bizim gözümüzde, detayları da çok belli değildi, pek üzerinde olumlu yaklaşım olarak durmadık. Ama şimdi o model konusunda çok daha farklı düşünüyorum. Çünkü SSK giderek büyüyor ve yönetim güçlü ortaya çıkıyor. Zaten hastanelerin özerkleşmesi düşüncesi de bir yerde bunun sonucu ve öyle olması gerektiğine şimdi ben de inanıyorum. Yani hastanelerin artık tek bir merkezden bu kadar büyük teşkilatın bu kadar geniş bir örgütün tek elden katı bürokrasi kurallarıyla götürülmesi çok zor ve çok zaman kaybına neden olan bir husus olduğu için.

SORU- Az önce arkadaşımız genel sağlık sigortasının nasıl finanse edileceğini sormuştu, yarım kaldı. Ben oraya takıldım, o konuda biraz daha açıklama yaparsanız.

ERDAL ÜRESİN- Tabii. Şimdi şöyle düşünülüyor. Bugün en rantabl hizmet SSK’da diğer sosyal güvenlik kuruluşlarına nazaran şöyle. Tabii kendi sağlık tesislerinin oluşunun da bunda etkisi var. Diğer bir ifadeyle SSK hizmet satın almıyor. Diğer sosyal güvenlik kuruluşları hizmet satın alıyorlar. SSK hizmet satın almadığı için, kendi kuruluşlarından yararlandığı için bugün SSK’da 1 kişinin hasta maliyeti yıllık 50 dolar civarında, 46 dolar filan. Bizde SSK’dan hareketle 50 dolar bazında bir hesaplama yaparsak, 50 dolardan 50×21,4 milyon kişi oluyor. Fakat bu arada salt maliyeti böyle görmemek lazım. Bir kere bu, bütün Türkiye için bir rakam, bütün Türkiye’yi kapsadığında böyle olacak. Bizim hazırladığımız tasarı taslağında Türkiye’de bir anda uygulamanın başlatılması söz konusu değil, aşamalar halinde Yani 4. veya 6 yıl arasında yapılması öngörülüyor. İlk önce birkaç il belki pilot olabilecek, ama son taslakta değişti. Öyle olmasa bile en az 4 yıllık bir süreç gerekecek. Yani bir anda 50×21,4 milyon değil.

Bunun dışında taslakta getirilen gelirler arasında mesela, 3294 sayılı Kanunun öngördüğü tedavi giderlerinin bu tarafa aktarılmasıdır. Bu kanun da Sosyal Yardım ve Dayanışmayı Teşvik Fonuyla İlgili Kanun, yani halk arasında “Fak-Fuk Fon”denilen fondan yoksul kişilere, parasız kişilere sağlık yardımı da yapılıyor valilikler kanalıyla. Oradan bir kaynak aktarımı söz konusu.

Ayrıca kişilerden prim alınması söz konusu, ancak prim ödemeye gücü yeterli olmayanlara devlet yardımı söz konusu. Bir basamaklandırma yapılmıştır, o basamaklandırmaya göre gçerli asgari ücretin 1,2 veya 1,6 veya 2.0 ve 2.4 katlarına dair bir basamaklandırma. Tüm ailenin gelirleri değerlendirilip asgari ücretin bu katlarına göre kişilerin bir basamağa oturtulması söz konusu. Aradaki farkı, yani ödeyebilecekleri prim ile ödenmesi gereken prim arasındaki farkı devletin sübvanse etmesi söz konusu; sistemin özü bu. Burada tabii, devletin bugün birtakım hastaneleri sübvanse ediyor, hastanelerin özerkleşmesi söz konusu devlet hastanelerinin de. Çünkü bir entegre sistem olacak hastanelerin özerkleşmesi söz konusu olduğunda. Bir aile hekimliği müessesesi olacaktır veya hastaneler özerkleştiğinde devlet sübvansesi o hastanelerinden kalkacağı için devletin oradan bir geliri söz konusu olacaktır. Bugün devlet hastaneleri büyük ölçüde devletçe sübvanse edilmektedir ve hepsi gerçek maliyetlerinin altında çalışmaktadırlar. Yani gerçek kişilerden ücretler onların gerçek maliyetleri değildir, hepsi daha az ücretle çalışmaktadırlar, kişiler daha az para ödemektedirler, onların özerkleşmesiyle devletin bu konuda yaptığı sübvanse ortadan kalkacaktır.

SORU- Özerkleşmeden bahsediyoruz. Genel sağlık sigortasına 20 milyon kişinin katılacağından bahsediyoruz. Bunun için gerekli bir altyapımız var mı ya da sağlık sisteminin tekrar örgütlenmesi gerekiyor mu sizce? Yani sadece özerkleştirme, işin içinden çıkması için yeterli devletin?

ERDAL ÜRESİN- Bu getirilen veyahut öngörülen sistem şöyle: Mutlaka kamu kuruluşlarından ve devlet hastanelerinden hizmet satın alınacak gibi bir kural yok. Bu özel sağlık kuruluşları da olabilir, diğer sağlık kuruluşları da olabilir. Buna taraf olan veya talep eden -ki, dönem itibariyle sağlık kuruluşlarıyla sözleşmeler yapılacaktır- o sözleşmeler çerçevesinde hizmeti verebilecek olan, kaliteli hizmet verebilecek olan veya hizmetinden memnun kalınan sağlık tesisleri, uzatma itibariyle devreye girebileceklerdir ve peyderpey olabileceği için de bu konuda herhangi bir zorluk olmayacağı düşünülüyor.

SORU- Benim sorum, ülkelerin izledikleri siyasetle tabii kurumlar da birbirinden çok etkileniyor. 1980 öncesinde devletin izlemiş olduğu siyaset, sosyal refah devieti, kalkınmacı bir ekonomiye dayalı bir siyaset izliyordu. Özellikle 1984sonrasında liberal devlet anlayışının gelişmesiyle beraber SSK’daki etkileri neler olmuştur; bunu merak ettim.

Türkiye’de sosyal güvenliğe devlet bütçesinden ayrılan pay, diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça düşük bir seviyede. Avrupa ülkelerinde ortalama yüzde 30 seviyesinde yanılmıyorsam. Ülkemizde sosyal güvenlik sisteminin bütçeye yük olduğu tartışmaları, söylentileri şu anda gündemde. Bütçede bu kadar küçük bir pay ayrılmasına rağmen bu yükü nasıl açıklayabiliriz? Zaten bütçede sosyal güvenliğe ayrılan pay düşük, buna rağmen sosyal güvenliği bir yük olarak görmemiz biraz çelişki değil mi? Yani IMF ve Dünya Bankasının baskıları sonucu “sosyal güvenlik reformu yapılmalıdır, bu sosyal güvenlik bütçeye yok getiriyor” diye sürekli yakınmalar olmaktadır.

ERDAL ÜRESİN- Evet, benim bahsettiğim bu genel sağlık sigortası sisteminde sigortacılık prensipleri esas olacak diyoruz. Bunlardan bir tanesinden bahsettim, primli sigortacılık söz konusudur. Primli sigortacılıkta da kişiler prim ödeyecekler ve buna zorunlu tabi olacaklar. Yapılan hesaplar aşağı yukarı biraz önce bahsettiğim sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan 21 milyonu aşkın kişinin aşağı yukarı üçte birinin primlerinin tamamını ödeyebileceği yönünde, üçte birinin ise kısmen primlerini ödeyebileceği. Az önce asgari ücrete göre bahsettiğim basamaklar var ya, asgari ücretin 1,6; 2 veya 2,4 filan gibi bu basamaklar çerçevesinde priminin tamamını ödeyebilecekler. Üçte birini teşkil ediyor bu kapsam dışındaki nüfusun. Kısmen ödeyebilecekler de aşağı yukarı üçte biri ve hiç ödeyemeyecekler de üçte birini teşkil ediyor.

Devlet bütçesinden rakamsal olarak hatırlamıyorum, ama geçen yıİki bütçe Sağlık Bakanlığının yüzde 4-5 dolayındaydı, ama bu yalnızca Sağlık Bakanlığına ayrılan pay. Bunun dışında SSK çok büyük ölçüde kaldırıyor, yani nüfusun üçte birini SSK kaldırıyor ve bildiğim kadarıyla SSK’nın en son istatistik yıllığına göre SSK’nın hastalık sigortası yanılmıyorsam 14 trilyon lira artı vermiştir en son rakamlara göre. Yani SSK yüzde 11 oranında prim toplar, demek ki bu prim ve yıllık sarf esastır, sistem öyledir kısa vadeli sigorta kollarında. 14 trilyonluk bir artısı vardır SSK’nın.

SORU- SSK’nın 1S80 öncesi ve sonrasındaki devlet siyasetinden nasıl etkilendiğini anlatır mısınız?

ERDAL ÜRESİN- Biraz önce bahsettim, 80’li yıllarda böyle bir şey olduğu zaman salon, işçi kesimi yönünden büyük bir protestoya uğramıştı, yani hastanelerin özerkleşmesi söz konusu olduğunda. Ama bugün, SSK’nın kendi hazırladığı kanun taslağı vardır ve bu yöndedir. Şimdi buna işçi kesimi de, işveren kesimi de itiraz etmiyorlar. Halbuki hastaneler bizim, yani işçinin ve işveren primiyle yapılmıştır, hastanelerin başka bir şekilde özerkleşmesi veya özelleşmesi söz konusu edilemez deniliyordu, ama bugünkü uygulamayla, hastanelerin bu çalışma şekliyle artık bir değişime uğraması gerektiği herkes tarafından kabul ediliyor, kimse de o tarihteki o itirazı şimdi yapmıyor. O zaman böyle büyük bir tepki görmüştü.

SORU- SSK’da sigorta hizmetleriyle hastane hizmetlerinin birbirinden bağımsız olarak ayrı ayrı yapılmasını isteyen bazı kesimler var, bugün, bu konuda nasıl düşünüyorsunuz?

ERDAL ÜRESİN- Bir yerde yanlış değil, çünkü bahsettiğiniz SSK hastanelerinin de özerkleşmesi bu anlamdadır. Artık hastanelerin tek elden idaresi hatırladığım ve söylediğim gibi yataklı sağlık kuruluşu, bırakın dispanseri, sağlık istasyonunu. Bir Sağlık Dairesi vardır bunların başında ve SSK merkez birimi olarak buna bağlıdır sağlık kuruluşları. Yönetimi ve ihtiyaçlarının buradan karşılanması artık çok zor. Bunu satın almadan tutun, en küçük ihtiyacına kadar merkezden karşılanması, hiçbir şeyi kendi başına halledememesi verdiğim misalde olduğu gibi. Bugün bir mikroskoba dahi ihtiyacı olsa, merkez kanalıyla satın almaya kalkması ve aradan en az altı ay geçmesi gibi, onun için özerk hale gelmesinde büyük yararlar olacaktır.

Doç. Dr. GÜRHAN FİŞEK- SSK üzerine tanıklıkları dinlerken iki konu dikkatimi çekti. Bunlardan bir tanesi, hep bir yol ayrımı yaşanıyor, hayatta da öyledir. Devamlı bir seçim yaparsınız ve bir yol takip edersiniz. Geriye doğru baktığınız zaman bu tür ayrımlarıyla ilgili aklınıza gelenler var mı? Yani bir seçim yapılmış, bir yöne gidilmiş, bu yön sonucunda kazanmış ya da bazı şeyleri. Hatırlayabildiğiniz olaylar var mı?

İkincisi de, bazı olgulara bakıyoruz, 1953’te de konuşulmuş, 1963’te de konuşulmuş, 1999’da konuşuluyor. Osman arkadaşımızın hatırlattığı bunlardan bir tanesi, işte başkanlık modeli 20 yıl aradan sonra tekrar gündeme gelmiş. Böyle tekrarlayan olguiar konusunda başka örnekleriniz var mı acaba?

ERDAL ÜRESİN- İdari yönde hakikaten merkeziyetçilik durumu ortaya çıkıyor ve benim de artık düşüncem o ki -şu saatlerde, bu yıllarda- hakikaten çok geniş böyle dal budak salmış bir örgütün aşırı merkeziyetçilikle yönetimi çok zor. Bir kere bizdeki bürokratik işlemlerin çokluğu ve karmaşası bir yana işin bir o yönü var. Hepsi bir prosedüre tabi ve bunlar hep zaman alıcı şeyler. Bir istemde bulunuyor herhangi bir ünite, bu istemi personel olarak da düşünebiliriz, malzeme olarak da düşünebiliriz, hepsinde aynı şey söz konusu. Bir istemin yerine getirilmesi aylar, hatta bazen yıllar alıyor. Onun için bu merkeziyetçiği hafifletmekte ben büyük yarar görüyorum. Hastanelerin özerkleşmesi de bu çerçevededir.

Diğer sorunuz mevzuat yönünden belki düşünülebilir. Mevzuatta yapılması gereken şeyler var kanaatimce. Ama sigortanın yapısını herhalde öncelikle değiştirmek gerekiyor. Mesela, katı bir şekilde sigortalıların kurum sağlık tesislerine başvurma zorunluluğu var. Bu birçok yönden bugün günümüzde sıkıntı doğuruyor. Sağlık Bakanlığının getirdiği genel sağlık sigortası sistemi entegre bir sistem olacak. Mesela bir aile hekimliği de var, sağlık kuruluşlarının özerkleşmesi de vardır. Kişilerin hekim seçme imkanı öngörülüyor. SSK’da vardır, “hekim ve ebeyi seçmekte serbesttir” şeklinde hüküm vardır, ama uygulamada maalesef ölçüde, istenildiği gibi yerine getirilemiyor, herkesin bağlı olduğu çevreye göre başvurma zorunda olduğu kuruluşlar var. Ama bu SSK dışında da var, kanun ona izin vermiyor. Bu özerklik olmalı, ben böyle düşünüyorum.

Ama işin bir başka yönü de var, o zaman şu düşünülüyor, kuruma müracaat zorunluluğu getirilmiş kanunen; niye getirilmiş, onun da sebebi şu: Yatırım yapıyor, sağlık kuruluşu açıyor, hekim istihdam ediyor, 7 bin tane hekim istihdam ediyor, 100 küsür hastanesi vra, 200-300 tane sağlık istasyonu ve sağlık dispanseri var kurumun. O zaman eğer bunlar belirli bir kapasiteyle çalıştırılamazsa kurum yönünden bir zarar söz konusu olacak, yani bu sağlık kurulüşları niye açıldı o zaman? Kişiler başka yere gitme imkanına kavuşurlarsa ve SSK sağlık kuruluşları da yüzde 30-40 kapasiteyle çalışırsa, bu da hiçbir şekilde rantabl olmayacaktır. Onun için kurum kurulurken ve kanunlar yapılırken bu derece yaygın ve imkanı bol ve ne diğer kuruluşların sağlık kuruluşu vardı ne de özel kuruluşların sağlık kuruluşu vardı. Tabii bunların, değişik etkenlerin göz önünde tutularak, bu çerçevede yeniden gözden geçirilmesinde yarar vardır.

SORU- Genel sağlık sigortası projesini Dünya Bankasının finanse ettiğini söylediniz. Dünya Bankası bu ülkedeki özelleştirme faaliyetlerini de finanse ediyor. Acaba özelleştirme için bir altyapı hazırlanıyor olabilir mi?

İkincisi, diyelim ki, özelleştirilecek, idari ve mali özerkliğe gerek yok diye düşünebiliyor mu?

ERDAL ÜRESİN- Dünya Bankası burada ikraz veriyor, borç veriyor projemiz için ve bu geri ödenecektir. Yani geri dönüşümsüz bir mali desteği söz konusu değil, yalnızca geri almak üzere uygun koşullarda bir ikraz veriyor, finanse ediyor bizim projeleri.

SORU- Ama öyle istemedikleri bir şeye de borç vermezler?

ERDAL ÜRESİN- Dünya Bankasının muhtelif projeleri var, yani birden ziyade; ama desteklediği projeler arasında bu da var, milli eğitimle ilgili, nüfusla ilgili var benim bildiğim. Bizim proje, tamamen ikraz anlaşmasıdır, geri ödenmek üzere destek oluyorlar. Ama herhalde bizde de anlaşıldı ki, mevcut sistemle bu işleri yürütmek zaten mümkün olmuyor. Daha özerk, daha liberal bir yapı söz konusu.

SORU- İdari ve mali özerklik tartışılıyor, sanki hiç görülmüyormuş gibi; yani bir çelişki var. Baştaki insanlar görüyorlar ve niye o kadar esnek davranmıyorlar.

ERDAL ÜRESİN- Zaten 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda olsun, 4797 sayılı Kuruluş Kanununda “mali ve idari yönden özerk bir kurum” der. Der de hiçbir zaman özellikle geçmiş yıllarda kurum o özerkliğini. Kurumun paraları başka türlü değerlendirilmiştir devlet tarafından tahvil alımları gibi falan. Ama son yıllarda -tabii bunda çeşitli etkenler var- 1946 yılında kurulmuş olan kurumun ilk faaliyete geçen sigorta kolu iş kazası ve analık sigortasıydı. 1951 yılında hastalık sigortası başlamış, yılar itibariyle 8-10 yılda Türkiye’nin geneline peyderpey teşmil edilmek suretiyle 1950 yılında ihtiyarlık sigortası çıkmış ve ondan sonra malullük, yaşlılık, ölüm diye ayrılmış kanunla ve en son da 1,3.1965’te yürürlüğe giren ve halen mevcut olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu çıkmış. 506 sayılı Kanun, bu dağınık kanunları, -bahsettiğim iş kazası, meslek hastalığı, analık, hastalık, malullük, yaşlılık, ölüm kanunlarını- bir araya toplamış, getirmiş.

İlk yıllarda kurumun bir yaşlılık sigortasından aylık ödemesi söz konusu değildi, belli bir sürecin geçmesi gerekiyordu aylık alınması için. O yıllar tabii kurum hep prim toplayıp biriktirebilmiş ve o da devlet tarafından çeşitli yerlere yatırılmış. Ama ne zaman ki kurumda 20-25 yılı dolup da kişilerin yaşlılık yönünden emekliliği hak edişleri söz konusu olmuş, aylık ödemeleri başlamış ve bu aylık ödemeleri de her geçen yıl ve her yıl büyük ölçüde artmaya başlamış, işte o zaman kurumun darboğazı ve mali sıkıntısı ortaya çıkmıştır. Kurum yine de 1990’lı yıllara kadar kendi yağıyla kavrulabiliyordu, ama 1990’dan sonrasında artık kurum, devletten katkı almaya başladı özellikle aylıkları ödeyebilmek için. Bugün o düzeyde devlet katkısı olmasa kurum kendi başına topladığı primlerle idare edebilir. Çünkü kurumun ana gelir kaynağı sigorta primleridir. Tabii rant tesislerinden aldığı birtakım gelirler onun çok altında kalır, ama yetmiyor o paralar artık. Hiçbir şekilde yetmiyor ve Hâzineden yardım alıyor.

SORU- Duyduğum kadarıyla Hâzinenin kullanması gereken zorunlu para aldığı para zarar diye gösteriliyormuş?

ERDAL ÜRESİN- Hayır, zorunlu para diye değil. Son zamanlarda bazı söylemler ortaya çıktı. Kanun değişikliğiyle Hâzinenin de, yani devletin de gerek SSK’ya, gerek Bağ-Kur’a, belirli ölçüde katkıda bulunması yolunda yasal düzenleme yapılması gündemde. Ama öyle bir zorunluluk yok; çünkü dediğim gibi 90’lı yıllara kadar SSK topladığı primlerle kendi yağıyla kavrulabiliyordu.

Ama ne oldu? Tabii bir sürü aktüeryal hesaplara dayanmaksızın, yani toplanan primlerin nemalandırılması, değerlendirilmesi ve onun karşılığında verilebilecek olan aylık hesaplar, aktüeryal hesaplar bunlar. Bunlara dayanmaksızın oturulan yerde aylık artışları verildi, aylıklar artırıldı. Ama bunun nedenleri vardı, göz önünde bulundurulması gereken sosyal nedenler vardı, ama sonuç olarak aktüreryal hesapların dışına çıkıldı. Onun için Hazine yardımı da bir yerde şart oldu.

OSMAN SARIKAYA- İzin verirseniz ben son bir soru sorup eğer Gürhan hocam da izin verirse son sözü size bırakacağım.

Madde 124’e göre, Sosyal Sigortalar Kurumu, istediği zaman çağırıp işçiyi kendi muayene edebiliyordu, koruyucu sağlık hizmetini yapabiliyordu. Madde 124 bunu öngörüyor, ama Sosyal Sigortalar Kurumu bu maddeyi hiçbir zaman uygulamadı, uygulama yanlısı değildi. Bunun nedeni neydi?

ERDAL ÜRESİN- O maddeyi Sosyal Sigortalar Kurumu meslek hastalıkları konusunda daha çok uyguluyor koruyucu sağlık hizmetlerini. Koruyucu sağlık hizmetleri yapabilir hükmü vardır, ama sigortanın prensibi itibariyle sosyalsigortacılıkta esas önceden değil, vaka ortaya çıktıktan sonra, bir sigorta vakası meydana geldikten sonra sigorta yardımının yapılmasıdır. Yani bunun anlamı, hastalık sigortasında kişi hastalanır, hastalandığı zaman sigorta yardımı yapılır.

İş kazası sigortasında kişi iş kazası geçirir, meslek hastalığına uğrar, o zaman sigorta yardımı yapılır. Sigortalılığın, sigortacılığın esprisinde bu vardır. O koruyucu sağlık hizmetleri meslek hastalığından daha çok, özellikle meslek hastalıkları için geçerli bir şey. Yani meslek hastalığından sigortalıları arındırmak için, ona yakalanmamalarını sağlamak için öngörülen bir şeydir.

SORU- Derslerimizde de görüyoruz, genelde meslek hastalıkları hastaneleri kapatılıyor, laboratuvarları başka hastanelere naklediliyor, meslek hastalıkları hastaneleri küçültülüyor ve bu konularda pek fazla araştırma yapılmıyor. Yalnızca meslek hastalığı geldikten sonra ona tedavi uygulanıyor ve meslek hastalığına uğrayan bir insan bu hastalıktan kurtulamıyor, yani sürekli olarak iş göremez duruma düşüyor.

ERDAL ÜRESİN- Hatırladığım kadarıyla o dönemlerde meslek hastalıkları hastanelerinin özellikle bazı işyerleri için -ki, maden işyerleri ağırlıktaydı- periyodik bir muayene ve röntgen almak gibi faaliyetleri olurdu, bu faaliyetler yürütülürdü Zonguldak’ın TKİ işyerlerinde ağırlıklı olarak. Hastalığı önlemeye yönelik böyle bir önleyici hizmeti vardı ve şimdi de sanıyorum bunun devam etmesi mümkün ve ediyordur. Çünkü bu maden işyerleri için önemli bir husustur. Öyle hatırlıyorum.

SORU- Kişi başı 50 dolar gibi bir rakamdan bahsettik. Bu 1 milyar 120 milyon gibi bir şey ediyor doğal olarak. Bu masrafın çok az bir kısmını oluşturuyor. Çünkü sizin dediğiniz kurum hastaneleri haricinde tedavi olayını, kırsal kesimin ve özellikle fakir kesimin yoğun olduğu bölgelerde bulmak ne kadar mümkün olacaktır? Yani özel kesim kâr yapabileceği yerlere yönelik. Baktığımız zaman Ankara’da dahi özel sağlık hizmeti veren kurumlar kötü durumda. Bayındır batmak üzereydi, borçlarına karşılık İş Bankasına hisselerini devretti. Sevgi Hastanesinin durumu çok kötü, yani bu bağlamda gayet köşede bucakta kalmış yerlerde sağlık hizmetini yapmak için bir oluşum yapmak gerekmeyecek mi ve bu finansmanı da kişi başına 50 dolardan çok fazla bir rakam etmeyecek mi?

ERDAL ÜRESİN- 50 dolar, SSK’nın kişi başına 46 dclar hesaplanarak baz olarak almış olduğu bir rakam; ama bunun yanında bizim başka hesaplarımız da var.Yani 50 dolar SSK düzeyinde bir hesaplama. Bunun yanında 75 dolar hesabı da var. Tabii bu uygulamada ortaya çıkabilecek bir şey. Söylediğiniz yanlış değil, doğru, evet kırsal alanda nasıl olacaktır? Ama kırsal alandaki hesaplar bu uygulamaya özellikle devlet hastanelerinin özerkleşmeleri söz konusu olduğunda onların da devreye girmesi ve gireceği hususu var.

Sonra başka düşünceler de var; yani kırsal alanda daha zor sağlık tesisi bulunabilir bu işe soyunacak. Ama bunu yalnız öyle değil, bu alan daha hareketli ve alan olarak birlikte de vermek mümkün bu düşüncelerden hareketle.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Diğer Yazılar