Osman Nuri Tekman

Osman Nuri Tekman

SEKİZİNCİ OTURUM

KONUŞMACI:

OSMAN NURİ TEKMAN

Prof. Dr. ALPASLAN IŞIKLI- Sayın Dekanım değerli arkadaşlar; Sosyal Sigortalar Kurumunun tarihine ışık tutmak amacıyla bugün, burada bir dizi konferanstan oluşacak çalışmalarımızdan ilkini size sunmakta mutluluk duyuyorum.

Sosyal Sigortalar Kurumunun çeşitli dönemlerine tanıklık etmiş olan konuklarımızla görev aldıkları dönemde birebir karşılaştıkları olayları ve sorumların belgelenmesini burada hedefliyoruz. Bu kapsam çerçevesinde ilk konuğumuz Sn. Osman Nuri Tekman bey; fakat öncelikle ben, Sn. Dekanımız Prof. Dr. Celal Göle beye söz vermek istiyorum.

Prof. Dr. CELAL GÖLE : Sayın Hocam Doç. Dr. Gürhan Fişek, Sn. konuşmacı misafirimiz Osman Nuri Tekman, Tahir arkadaşım ve çalışma ekonomisinin değerli öğrencileri; hepiniz bu güzel toplantıya hoş geldiniz. Önce bugün 14 Mart Tıp Bayramı hocamızın bayramını kutluyor ve alkışlıyoruz.

Gerçekten bir tıp hocasının aynı zamanda tabiatıyla sosyal güvenlik hocasının fakültemiz bünyesi içerisinde benim Dekanlığım sırasında gelmesi benim için büyük bir onur vesilesi ve bu güzel örneği her yerde ifade ediyorum. Evet Tahir arkadaşıma teşekkürlerimi sunuyorum. Gürhan hocamız gerçekten büyük çabalarıyla Türkiye’de geçmişte olan Sosyal Sigortalar Kurumunun gelecekte olup olmayacağını, olacaksa nasıl olacağı konusunda Tarih Tanıklıkları Dizisinden bu ikinci yarı yılın birincisi; ama, uzun zamandır devam eden bu tarih tanıklığı dizisinin sekizincisini bugün burada yapacağız. Geç kaldık, bu benim kabahatim; sîzlerden özür diliyorum. Çünkü Fakülte Kurulu toplantısı bitti, hocam hemen bir toplantıdan çıkardı beni, buraya yetiştim. Onun için toplantı 15.30”da başlayacaktı gecikti. Efendim tekrar sizden de özür diliyorum, hoş geldiniz, daha fazla uzatmak istemiyorum. Bundan sonra yine devam edecek olan SSK ile ilgili toplantılarda tekrar buluşmak üzere hepinize saygılar sunuyorum.

Buyurun efendim.

TAHİR ERDEM- Ben, kısaca Osman Bey söze başlamadan evvel kendisi hakkında bilgi vermek istiyorum. Kendisi Sosyal Sigortalar Kurumunda çeşitli makamlardan 26 yıl görev almış bir kişi, en son olarak da Tahsis Dairesi Başkanlığından emekli olmuş 1 Martta ve şu an sözü kendisine bırakıyorum.

OSMAN NURİ TEKMAN: İyi günler arkadaşlar. SSK ‘da ki hizmet sürem 26 yıla yakın -25 yıl, 10 ay- ama sosyal güvenliğin içindeki yaşamım 48,5 sene; 48 yılı, on ikinci ayın on beşinden bugüne süre gelmektedir. Bu süre içerisinde SSK Kanunu içerisindeki ihtiyarlığın başladığı 1.4.1950’den itibaren, ilk günden itibaren içinde bulundum. Konunun önemi şuradan kaynaklanıyor zannederim; -Hocalarımızın da bu iş üzerine daha fazla eğilmelerinin nedeni o- “Sosyal Sigortalar Kurumu battı batıyor. Biz bunu özelleştirelim ve kurtulalım” etkisiyle üzerine düşülüyor tahmin ediyorum.

Sosyal güvenliğin ne olduğundan size bahsetmiyorum. Biliyorsunuz, herhalde okudunuz. İnsanların güçlerinin olduğu dönemde sağladıkları kazançlarıyla ailelerin geçimlerini sağlıyorlar. Ancak bu güç doğuştan ölüme kadar hep aynı düzeyde değil. Bir çocukluk, bir gençlik düzeyimiz geçiyor, ondan sonra çalışmaya başlıyorsunuz. O çalışmaya başladığı dönemden itibaren de bir yaşlılık sınırı dediğimiz o sınıra kadar var gücünüzle çalışıyorsunuz. Ondan sonrada güç bitiyor. İşte o zaman ailenin geçimini sağlayacak kazanç sağlama endişesi Sosyal Güvenliği doğurmuş. Sosyal güvenliğin doğuşundan sonra ilk sosyal hizmetler, sosyal yardımlar ve sosyal sigortalar olarak üç grupta devam ediyordu. Bunun içerisinde bizim bugün üzerinde duracağımız konu, Sosyal Sigortaların yaşlılık sigortası konusu. Anayasamız, devletimizin sosyal bir devlet olduğunu söylüyor. Sosyal devletin ise, görevlerinin arasında güçsüzleri himaye var, korumak var ve bu korumanın içerisinde bir sigorta ile koruma var. İşte Anayasanın bu hükmü gereğince Sosyal Sigortalar Kurumu geliyor ve devam ediyor. Ancak şu son 80’li yıllardan bu yana hep endişe var, “SSK ne oluyor, batıyor mu?” endişesi var; onun biraz sonra daha fazla üzerinde duracağım.

Sosyal güvenliğin bazı ilkeleri var, bu ilkelere uyulması gerekiyor. Bu ilkelere uymadığınız zaman karşınıza bazı problemler çıkıyor. Nedir bu ilkeleri? Sosyal güvenlik dediğimiz bir sözleşmedir. Ama bu özel sigortalardaki gibi bir sözleşme değil. Bugün sosyal güvenliğin tarifinde de o esas alınmaktadır. Sosyal sigorta veya sosyal güvenlik diyebiliriz; nesiller arası bir sözleşmedir. Yapılmış bir sözleşme yok aslında, imzalanmış bir sözleşme yok; ama nesiller arası bir sözleşme oluşmuş. Nasıl oluşmuş bu? Değişik yaştaki kimseler çalışıyorlar, hastalık, analık sigortası dediğimiz gruptaki, o değişik yaştaki kimseler hasta olanların işsiz kaldıkları dönemde geçimlerini sağlayacak bir iş göremezlik ödeneği veriyorlar ve gene o kişinin normal geçiminin dışında fazla masrafları açan tedavi süresi için gereken parayı da, ilacı da sağlıyorlar.

İşte bu grupların içerisinde yaşlılar da var, gençler de var, yaşlılar biçare emekli oluyor veya ölüyor bu gruptan çıkıyor, aşağıdan yeni gençler gelmeye başlıyor, İşte bu böyle münavebe ile devam edip gidiyor. Bunun nedeni ile “nesilleri arası bir güvence” diyoruz buna. Daha sonra sosyal sigorta yaşlı finansmanını anlatırken o dayanışmanın daha açık nasıl olduğunu belirteceğim. İşte böyle bir sözleşmenin varlığı kabul ediliyor.

Sosyal güvenlik bir kamu görevidir. Yani sosyal devlet bunu sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle kamu görevidir. Ancak, sosyal devlet bunu sağlayacak ama kendi eli onun üzerinde olmayacak, onu yalnız takip edecek, genellik esastır. Bir grubu alıyorsanız, o grubun içinde istisnalar bırakmayacaksınız, herkesi alacaksınız; çünkü finansmanda parçalara böldüğünüz müddetçe, o büyük sayılar kanunu gereğince karşılamak güçlüğü ortaya çıkacaktır; ama büyük kısmı olduğu sürece daha kolay finansman sağlanabilecektir, adil olacaktır; ona başka, buna başka uygulanmayacaktır, herkese aynı eşitlikle uygulanacaktır, zorunlu olacaktır. “Ben sosyal güvenliğin içerisine girmiyorum” diyemeyeceksiniz; zorunlu olacaktır . Kamunun bir yerde, bir görevi bu zorunluluğu sağlamak. Nimet külfet dediğimiz, ödediğimiz primle ileride sağlayacağınız yardımlar dengeli olacaktır.

Bunu böylece belirttikten sonra yaşlılık sigortasına geçebiliriz. Yaşlılık sigortasında hangi şartlarla aylık bağlandığında bahsedecek değilim. Yasada mevcut şartlar belirlenmiş, onları görüyorsunuz. Ancak yaşlılık sigortasının finansmanı üzerinde biraz duracağım. “Sosyal sigortalar batıyor, batıyor” diye feryat ediyoruz. Sosyal sigortaların çalışma raporlarına baktığımız zaman hakikaten sosyal sigortalarda bir açık var. Bu açık son yıllarda daha da fazlalaşmış gidiyor. Tabiî bu sayısal olarak paranın satın alma gücü bakımından eski yıllarla mukayese bununla yapılmaması gerekir. 1950”de başlayan bu sigorta kolu, 1975”e kadar geçici maddeleri ile aylık bağlayan gelecek idi.’Ancak 1868 sayılı Yasa şartları değiştirdiği için, yaşa bağlı olmadan da aylık bağlama imkânı getirdiğinden, 1975’ten evvel bu işlem başlamış oldu, 20 yılını dolduran kadın sigortalılarda başlamış oldu. Şimdi bakıyoruz, 1970’ten itibaren elimizde mevcut en son 1994”ün Çalışma Raporu var ve bir de gazeteden aldığım bilgi var. Buraların hepsinde Sosyal Sigortalar Kurumu açık veriyor; yani bugün değil. Bu açık nereden başlamış? 1970’ten hatta daha evvel, ama bu açığın anlamı değişik açığın anlamı şu: Sosyal Sigortalar Kurumu finansmanını iki şekilde sağlıyor. Hesabını iki şekilde yapayım diyeyim, daha doğrusu biri dağıtım sistemi dediğimiz bir sistem, biri de birikim sistemi dediğimiz bir sistem. Birikim sisteminde esas şudur: Şu açık hesaplar, birikim sistemiyle yapılan hesaplar sonucu ortaya çıkmaktadır. Birikim sisteminde her sigortalının ödemiş olduğu prim, kendi yaşlılık aylığını ölümü halinde geride kalan dul ve yetimi karşılanması esası vardır. Bu tek kişi olarak görüldüğü için şöyle düşünebiliriz: Tek sigortalı prim ödüyor, bu prim diyelim ki 25 yılda şu kadar oluyor. 25 yıl müddetle topladığı bu primleri bir yere, yastık altına koymuyor herhalde, işletiyor; faize veriyor veya akar yapıyor, akardan gelir geliyor; bu biriken para daha fazla oluyor. Yanı faiz veya akardan gelen gelir. Sigortanın yürütülebilmesi için de bir yönetim masrafları var. Bu yönetim masraflarından da hissesine düşen kısmı ödedikten sonra kalan şu kısmın sigortalının yaşlandığında aylığının karşılanması gerekiyor. İşte bu birikim sistemi dediğimiz bu sistem, enflasyonun sıfır olduğu veya sıfıra çok yakın olduğu zamanlar için hesaplandığında bir doğru sonuca varabiliyorsunuz; ama enflasyon hızla artınca ve özellikle sosyal sigortalar kurumu aldığı paraları enflasyon hızında değerlendiremediği sürece işte açıkları buradan dönmeye başlıyor.

İkinci bir neden de, bu açığı bu şekilde göstermesinin nedeni de şu: Sosyal Sigortalar Kurumu her yıl aylık bağlanmış olan kişilerin, o aylıklarına göre ödenmesi ihtimali olan miktarı, matematik karşılık dediğimiz miktarı hesaplar bu aylık bağlananlar bir de yeni aylık bağlanmamış ama yıllarca primi birikenler var. Onlara karşılık da biriken primler karşılığı olarak bir karşılık daha hesaplar. İşte bunların ikisinin toplamı sigortanın ileride, o gün durduracak olsak bu işlemi, biriken primler de aylık vermek suretiyle bunların aylıklarını karşılayacak miktarda olması gereken hesaptır. Bu çıkan matematik karşılık dediğimiz karşılıklar bunlardır. İşte bu toplamın ne olması lazım? Bu hesabın yapıldığı gün sosyal sigortanın varlığı ile eşit olması lazım ki bir açıklık olmasın. Bu açıklık var, işte şu nedenlerden dolayı ama matematik karşılık nasıl hesaplanıyor. Matematik karşılığı sigortanın aylık bağladığımız tarihte yaşının karşısına gelen Fransızlardan alınmış TMF diye bir tablo var. Kadın erkek yaşamı ile ilgili bir tablo ile Fransızların 1931’de yaptıkları “yaşama ihtimali” tablosuna göre düzenlenmiş bir karşılıktır. Hesaplamışlar, şu yaşta olan bir kimsenin, Fransa’da şu kadar daha yaşama ihtimali var. Ancak böyle bir tablonun hazırlanması çok kolay değil, böyle bir tablo şöyle hazırlanıyor: Belli bir yılda doğan insanlara alıyorsunuz. Bunu mümkün olduğu kadar geniş çapta alacaksınız. Belli bir yılda doğan insanların diyelim ki bu sene başlıyoruz. 1996”da doğanları alıyoruz ve bunları takibe başlıyoruz. Takibi şöyle yapıyoruz: Bu kişilerden bu 1996’dan sonra 1997’de kaç kişi öldü, ölen sayısı ve bunlar ne kadar yaşamış oldular9 Mesela 1 yıl, o takdirde 1 yılla çarpılıyor. Önümüzdeki sene daha sonra ve bu devam edip, şurada aldığımız grup bitinceye kadar takip ediyorsunuz ve buraların, o grubun yaşama ihtimallerini çıkarıyorsunuz. İşte o yaşama ihtimaline göre de şöyle bir tablo ortaya çıkıyor. Bu tablo bizim bünyemize uygun değil. Neden? Fransızlardan alınmış, onların yaşama ihtimaliyle bizim yaşama ihtimalimiz farklı.

İkincisi, bu tablo, şu hesap yapılan tablo, yüzde 7 iskontolu bir tablodur. Bu ne demektir? Eğer enflasyon yüzde 7 olursa, bu yaptığınız hesap tutacak demektir. Ama enflasyon, bizim ülkemizdeki gibi yüzde 80’lere, yüzde 50’lere vardığı dönemler olursa, bu tablo yanlış olacaktır ve hesapladığınız rakamlar da büyük olacaktır. Yüzde 7 iskonto olduğu için, yüzde 65 iskontolu bir hesap yapsak, bunlar daha küçük düşecek ve büyük görünmeyecektir bize. Bu nedenle Sosyal Sigortalar çalışma raporlarında devamlı surette açık görülmüştür. Şöyle bir tabloyu yapabilmemiz için ne olması lazım yüz sene sonra? Eğer en son ölen, yüz sene sonra ölürse, yüz sene sonra netice alacağız. Bırakın bizdeki gibi yüzde 50’ler, 60’ler, 80’lerin olduğu enflasyonu Batıda yıllık enflasyonun 4,5’larda döndüğü dönemlerde dahi netice vermiş ve dağıtım sistemi denilen sisteme geçilmiş, bu sistem ölmüş ve öyle bir geçilmiş ki hatta biz 1950’de uygulamaya başladığımız sadece onun için buna göre yapılan şu açıklar 48 sene içinde olan bir kimse olarak beni endişelendirmedi hiçbir zaman ve bana soranlara “Sosyal Sigortalar Kurumu batar mı?” dediklerinde “batmaz” dedim, neden batmaz dedim, çünkü dağıtım sistemi getirildi.

Şimdi dağıtım sistemine geçelim. Nedir dağıtım sistemi? Sosyal güvenliğin tanımı “nesiller arası bir sözleşmedir” ifadesine uyan bir sistemdir. Nedir bu sistem? Sistem şöyle: İnsanlar doğuyorlar ve ölüyorlar; şu süreç içerisinde 3 bölüm var. Birincisi, çocukluk ve gençlik diyelim yani tüketici olduğunuz dönemler o dönem. İkinci dönem, o çağ çalışma dönemi. Üçüncü dönem de, emekli kişi öidüyse, yetimlerin aylık aldıkları dönem. Şimdi burada nasıl dağıtım yapıyoruz? Dağıtımı şöyle yapıyoruz: Çalışanlardan prim topluyoruz,

kendilerinden evvel çalışmış olanların dul ve yetim aylıklarını karşılıyoruz. Şuradan alacağımız prim bunu karşılayacaktır. Bu hesap artık böyle, şuradaki prim toplamını toplayacaksınız, buraya yazacaksınız. İşte yıllarla biriktirip, parasını işletti işletmedi, iyi yere yatırdı yatırmadı yok artık. Ben o zamanki toplantımda da söyledim. “Bugün hiç sosyal güvenlik uygulanmayan bir ülkeyi verin bana, sosyal güvenliği uygularım” derim. Gene aynı şeyi söylüyorum. Şimdi şurada çalışan bir grup var. Bu çalışan grup, bunlar kazanç sağlıyorlar, bunların ortalama kazancı diyelim, bir prim oranı koyacaksınız ve bu topladığınız parayı yaşlılara, dullara kabaca gene ortalama kazanç olarak ne oranda aylık verecekseniz, bir de aylık oranı koyacaksınız. Şu dengeyi sağlayacaksınız, bu dengeyi sağlayacaksınız. Burada yönetimi yüzde 1 olarak düşünürseniz, hesaplayacağımız primi yüzde 10 kadar fazla hesap alacağız. Bu hesaba göre kabaca bir örnek yapalım, diyelim ki şurası 20 yaş ortalama. Burada da 55 yaş erkek 55 yaş kadın olarak düşünelim. 100 çalışana karşılık 20 emekli olduğunu kabul ediyoruz. 100 çalışanın brüt ücreti 1 000 birim olsun, şu 20 emekliye de ne kadar verelim ki onlarda insan şeref ve haysiyetine yakışır şekilde yaşasınlar onlar da… Yine biz, bu 1 000’ni verelim. 1 000 kazancı verebilmemiz için ne toplamamız lazım? 20 000 birim para toplamamız lazım. Burada bu 100 kişinin 100 000 lirasından 20 000’nı toplayabilmemiz için ne yapmamız lazım? Yüzde 20 prim kesmemiz lazım ki, bunu toplayalım. İşte buradan topladığımız yüzde 20’ler burayı götürecek enflasyon oldu, yükseldi, çalışanların ücreti ne oldu diyelim ki burası 2 000 birim oldu? Yine bunlara 2 000 birim verelim; bir kere burası 40 000 olacaktır. Burası da bu şekliyle primi değiştirmeden 40 000 toplayıp dağıtacağız. Bu hesap neticesi 100 çalışan var, buna karşılık burada da 20 emekli şart.

Şimdi 50-55 yaş geç veya erken emekli olsun isteniyor. Erken olunsun, ne kadar erken olunsun? 5’er yaş daha alalım. 45-50 yaş alalım. 45-50 yaş olunca burada emekli yaş sayısı artacaktır. Diyelim ki 5 emekli daha geldi, burası 25 emekli daha oldu. Burası ne kadar olacak? yine 100 olacak; çünkü o ayrılanların yerine işsiz var. Bunların yerini dolduracak yine 100 olacak bu sefer. 100 emekli 25’i karşılayacak diyelim ki, yine 1 000 birim hesabı kolaylık bakımından 25 000 toplayacağız. Burada 1 000 birim 25 toplamak için yüzde 25 almamız lazım. İşte dengeyi kurdunuz, açığınız yok, ama siz burada primi 25 çıkarınca bu çalışanlar sızlanmaya başlayacaklar, “bizim aylıklarımızdan yüzde 5 gitti, biz istemeyiz, yüzde 20 alalım” diyecekler. 20 aldığımızda burası ne olacak? 20 000 olacak, 25’e böleceğiz. Böldüğümüz zaman 800 çıkacak. Bu sefer bunlar ne yapacaklar? “İnsan gibi yaşayamıyoruz” diye emekliler ağlamaya başlayacaklar. O nedenle bir anlaşma sağlanacak; şu dengede bir anlaşma. Yani Sosyal Sigortalar Kurumu bu işi yürütebilmesi için şu denkleme göre nüfus yapımız belli, prim ne kadar ödeyeceğiz, ne kadar vergi kesiliyor, kesildikten sonra yüzde kaç aylık oranı belirteceksiniz ve bu şekilde dengeli yürüteceksiniz0 Bu şekilde dengeli yürütmeye de tabiî prim oranı o zaman değişecek. Şimdi biz, yalnız yaşlılık olarak diye düşünüyoruz, yaşı koysanız bile bu sigortanın içinde malullük sigortası ve ölüm sigortası da var. Ölümü ve mamullüğü kesin bilemeyeceğimize göre hatta bunu bile tam hesaplayamazsınız. Bir bakacaksınız az gelmeye başlıyor, primi artıracaksınız ama bağırtacak şekilde değil.

Batı ülkelerinde bakın, prim iki de bir artmaktadır çoğalır veya azalır; duruma göre değişir. Bu şekliyle dağıtım sistemini de belirtmiş olduk. Bu dağıtım sistemine göre dengeliyoruz, primi artırıyoruz şöyle yapıyoruz: Bağırma çağırma olmuyor, battı çıktı yok. Sosyal Sigortalar Kurumu işte burada batıyor. Bakınız, bu sayısal olarak açığı yok dedim. 1975’te prim fazlası var, gelir fazlası var, ama 1980’ne gelmişiz, 1 nispî maliyetlerinin hesabı vardır. Nispi maliyet şu prime esas kazanç, çalışma raporlarında şöyle bulabilirsiniz: Orada toplanan primler vardır, yüzde 20 kesildiği için bunu 5 ile çarparsanız, prime esas kazancı buluyorsunuz. Bir de ödenen aylıklar var; ödenen aylıklarla mukayese ettiğinizde bir oran çıkıyor, buna nispi maliyet diyoruz. O nispi maliyet dediğimiz şey alınması gereken prim sayısıdır. Bu nispi maliyet konusnuda 80 yılında yüzde l’e yakın bir açık vermiş Sosyal Sigortalar Kurumu, 0.99 vermiş. Ondan sonraki 81’de gene fazla prim toplanmış, ondan sonra 82’de de fazla prim toplanmış ve bunu müteakip nispi maliyete de açık vermeye başlanmış Sosyal Sigortalar Kurumu ve o kadar açık vermiş ki,94 senesinde yüzde 36 olmuş nispi maliyet. Bizim primimiz ne kadar? Yüzde 20 kabaca aslında yüzde 20‘den fazla aslında yer altında çalışanlar, basında çalışanlar 20’nin üzerinde ödedikleri için biraz fazla bu zaman nisai maliyete göre yüzde 16 şeklinde bir açık vermiş. Bu açık bayağı büyük, yüzde 20 alırken neredeyse yüzde 20 ye yakın bir açık vermekle o müessesenin daha ayakta durması şaşılacak iş. Nasıl oluyor bu iş, bu iş şöyle oluyor: Sigorta kollarından birbirine aktarma yapılıyor. Bakın 93’ten bu yana -aşağıda almadım yine aşağıda aynı şekildedir- iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası fazla veriyor, analık sigortası fazla veriyor, hastalık sigortası fazla veriyor ve bu 89-90 yani bu eski yıllardan beri, başlangıçtan beri hep fazlalık veriyor yani şu yüzde 36’ya ulaştığımıza dahi şu sigorta kolları fazlalık veriyor bu ne demektir? O halde bu sigorta kollarından alan prim alan prim fazla almıyor, yüksek alıyor, aşağı olması lazım o fazlalık burayı kapatıyor ve bir ara prim yükseltelim dediler Türk-İş’te de uzman olarak çalıştım ben bir süre. O zaman şunu teklif edin, primi yükseltirsek çalışanlar sızlanacaklar. Halbuki şu sigorta kolları açık veriyor onların primlerine indirelim buraya yükleyelim yine aynı miktar olsun kimse de sızlanmaz” dedik ve bu şekilde batmadan Sosyal Sigortalar Kurumu gidiyor. Batış sebebimiz ne bizim? Dikkat ettiyseniz, “kadınlar şu yaş, erkekler şu yaş” diye bahsettim. İşte yaşlar değil sigortalılık süresi ve o sigortayla ilgili prim ödeme gün sayısıyla bağlantılı oldu. Bu 1186 sayılı Yasa getirdi bunu. O zaman Sosyal Sigortalar Kurumunun -Aktüerya şimdi başkanlık oldu- o zamanki adıyla Müdürü Allah rahmet eylesin Nihat Selamoğlu diye bir arkadaşımız var idi ve Sosyal Sigortalar Kanununda yapılan değişiklik Mecliste görüşüldü ve erkekler 25 yıl 5 000 gün prim ödemişlerse, kadınlar 20 yıl 5 000 gün prim ödemişlerse emekli olur hükmü getirildi. Bu kanun Mecliste kabul edildiği gün Aktüerya Müdürümüz Meclisteydi ve kabul oylarından sonra Genel Müdürlüğe geldi orada bir toplantı yaptık ve aynen şunu söyledi dedi kı “bu yasayı çıkarıncaya kadar, erkekler 25 yıl da 5 000 gün kadınlar 20 yıl da 5 000 gün prim ödeyecek diye bir şart getirinceye kadar Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünün önünden geçen herkese aylık bağlanır diye bir hüküm getirselerdi bundan daha iyi olurdu” dedi; Aktüerya Müdürü, yani bu hesabı bilen kişi bunu söyledi. Ama o zaman Türk-İş’in içerisinde televizyon da seyrettiyseniz belki şimdi Emekliler Cemiyeti Başkanı Etem Ezgü bey, o zaman Türk-İş’te zannederim Eğitim Genel Sekreteri televizyon da bir itirafta bulundu: “ Biz, Tandoğan’da emeklilik şu şekilde olsun diye başlayıp ve emeklilik kanunda bu şekilde çıkınca bayram etmiştik ama hata etmişiz dedi” en büyük hatamız oradan başlamaktadır.

Buna benzer hüküm yok mu, Emekli Sandığında hüküm yok mu, Emekli Sandığı niye batmıyor? Emekli Sandığında da hüküm var, ama emekli sandığında 25 yıla karşılık 5 000 gün değil, 9 000 gün kesenek ödeyeceksiniz., yani her gün için kesenek ödeyeceksiniz. Yani burada 13 sene 10 ay 20 gün prim ödeyince, bekleyin 25 senenin dolmasını, yaşlılık aylığı alabiliyorsunuz. Peki yaşa bağladık bu işi, o yaşa geldi, Türkiye’de iş problem biliyorsunuz iş bulamadı adam, bölük parça çalıştı çalıştı… diyelim ki erkek 55 yaş 5 000 günü ve kadın 50 yaş 5 000 günü dolduramadı. Bu ne olacak bu yaşa geldikten sonra, yaşlılık yaş sınırı olarak o yaşı belirlemişiz onlar ne olacak? Onlara da aylık vereceksiniz ama şu yaşı buldukları için, şu günleri azaltarak vereceksiniz. Bu, bugünkü yasamızda var, nedir? 3 600 gündür, yani 10 yıl prim ödediyseniz bu yaşlara geldiğinizde aylık alırsınız; aynı hüküm Emekli Sandığında da vardır, orada 10 yıl kesenek ödeyen bir kimse, 60 yaşa geldiğinde yaşlılık aylığı almaya hak kazanabiliyor.

Yasanın bu şekilde işletilip battı batacağından sonra başka bir konuya geleceğim. Şimdi bizde emekliliğe bakıyoruz, 1 emekli 2 çalışanın karşılaması geliyor. Mesela 94 yılında 4 202 616 işçi, 2 063 881 emekliliği karşılıyor; ancak burada büyük bir rakam olmadığı için fazla üzerinde durmuyorum. Bunu hesaplarken sigorta, eş ve çocuklarında her birini bir sigortalı gibi hesaba katıyor, halbuki bir sigortanın iki-üç çocuğu olabilir onun bir oranı vardır, o oranı kullanmıyor. Buna göre 2 kişinin, 1 kişinin aylığını karşılaması gerekiyor; işte bu çok, bunu düzeltmek lazım. Bunu nasıl düzelteceksiniz? Sosyal güvenliğin ilkelerine ve DLO’nun sosyal güvenliğin askeri normları var; o normlar hikâye olsun diye yapılmamış, bir tecrübenin neticesidir; onları ilkelerine bağlı kalarak yapacaksınız, nasıl bağlı kalacağız? Sosyal Sigortalar Kurumu, bugün en yüksek emekli aylığı, yüzde 85 oranıyla 38 683 336 lira ödemektedir. Prime esas en yüksek kazanç da 39 992 160. Buna karşılık 38 683 336 çalışırken ödediği prime esas kazancı aynen devam ediyor görülüyor. Buradaki hatalarından biri de Sosyal Sigortalar Kurumunun, şu brüt kazançtır. Bugün Türkiye’de brüt kazancı almayan kaç kişi var? Asgari ücretle çalışanları çıkın, hepsi bunun üzerinde. Primi sınırlamışınız yukarıdan, prim almıyorsunuz niye? Aldığınız zaman şunun üzerinde brüt gelecek diye, şu para yüzde 50 civarında olsa, kesintilerle bu para 75 milyonun karşılığı. Bugün 75 milyonun üzerinde çok maaş alan var. Bazı özel sektörde biliyorsunuz sanırım, 200 milyonlar, 300 milyonlar dahi aşağıda kaldı ve bunlardan alacaksınız parayı ve yaşlandığı zaman da ,o kimse emekli olmak istemiyor. Çünkü bunun çok üzerinde bir ücretle çalışan çok düşük bir prim ödüyor, emekli olunca bunu alacak; onun için emekli olmayı istemiyor. Bunları düzenleyeceksiniz, tavanı açacaksınız ve o şekilde karşılayacaksınız. Sosyal Sigortalar Kurumunun bu şekille düşmesinin ikinci bir nedeni şu: Prime esas kazanca uyguladığınız sistemle aylığa uyguladığınız sistem değişik; nedir bu sistem şu: Sigortalının ücreti üzerinden prim kesiyorsunuz vergi düşüldükten sonra. Sigortalının ücreti ne zaman artabiliyor? Toplusözleşme oldukça artıyor. Bu toplusözleşmeler gereğince sigortalıların artan ortalama kazançları 94 yıllından geriye doğru hesapladım. Bir önceki yıla göre 94’te yüzde 42-45 oranında artmış; 93’te 50-71 oranında; 92’de 55-31 oranında; 94’te ise 83 oranında artmış. Yıllık ortalama prime esas günlük kazançlar bu oranda artmış bir evvelki yıllara göre. Bir evvelki yıllara göre aynı surelerde, daha doğrusu katsayıdan dolayı emeklilerin- maaşları ne oranda artmış, kabaca hesapladım. Biliyorsunuz başlangıçta katsayı artışı üç ayda bir yapılıyordu, sonra altı aya çıkarıldı, sonu yıllık gibi devam ediyor. Bu oran, şu arada yüzde 46-48 oluyor ve aldığınızdan fazla ödemeye başlıyorsunuz. Şurada 79-73 ödüyorsunuz, yüzde 50’si kadar aşağı yukarı fazla ödemeye başlıyorsunuz. Öbüründe 84-94 ödüyorsunuz. Şurada, bir tek 91 yılında evvelce bir burada 84- 31 gelen primin altında kalmış, ama orada devamlı gitmiş. Şimdi biliyorsunuz Mecliste her hafta bir müjde alıyoruz ya, dün yine bu haftanın müjdesini aldık; emeklilere hem de ocak ayından başlamak üzere yüzde 20 ile yüzde 40 arasında bir zam yapılacak. Bu zam, emeklilerde intikal ettirilecek tabiî Emekli Sandığına ettirileceği gibi Sosyal Sigortalara da intikal ettirilecek, yüzde 20 intikal ettirmiş olsanız bu zammı Sosyal Sigortalar emeklilerine, Sosyal Sigortalıların prim gelirinde bir artış olacak mı? Olmayacağı için gene ne yapmaya başlayacak? O nispi maliyet dediğimiz maliyette bir açıklık verecek. O halde ne yapmak gerekir? O halde Sosyal Sigortalar Kurumunun maaş düzenlemesini kendi içmde yapmak lazım.

Bakın, 19951i olduğumuza göre 1970 yılını alalım ele. 1970 yılında ortalama kazanç 35,32 lira imiş. Sigorta adil olmalıdır dedim.; nimet-külfet dengesi dediğim şey burada gelecek. Ne oranda prim aldıysanız o oranda da sigortalıya prim vereceksiniz. İşçilere seminerde anlattığım bir örnek vardır, size de burada anlatayım çok çarpıcıdır: Sosyal güvenlik dediğimiz bir kazan; imarette kazan kaynıyor, parası olmayan fakir fukara buradan parayı alıyor. Biz bu kuzana aş katarken ne düşünürdünüz? İnsan yaratılışı itibariyle şöyledir: Değişik kaptadır; bu kadar kaşık, bu kadar kaşık aşı katar, günün birinde buradan aş almaya geldiği zaman bunların hepsi ne almak isterler? Hepsi en büyük kaşıkla almak isterler. İşte bu en büyük kaşıkla alırsanız, bu kazan ne olur? Dibi yanar, olmaz; dengeyi kuracaksınız ama bizim kaşığımız o günkü paranı satın alma gücüne göre ve bugünkü enflasyona ulaşmadan 35,32 lira iyi paraydı belki. Bunu devam ediyoruz, geliyoruz -hepsini yazmayacağım- 70 bu, 71’de 39,32 ve böyle gidiyor ve bugün geliyoruz, 94’te 185 270 lira. Şimdi 185 270 lira aslında ne oranda katkıda bulunursanız o oranda aylık verelim kendisine. Buradan itibaren bu sigortanın kazançlarını toplayacağız, bu kazancı 25 yılla böleceğiz, ne çıktıysa onun ortalamasından -size söylediğim aylık oranı tespit etmemiz lazım- o oranda aylık vereceğiz, ama şimdi burada 35 lira 32 kuruş hesaba girerse bu rakam ne olacaktır? Çok küçük olacaktır, o nedenle 35 lira 32 kuruşun bugün itibariyle değerlendirilmesi yapılmasının lazım, güncel olarak bugünküne eşitlenmesi yapılması lazım, ondan sonra taksim edeceksiniz. Siz şimdi ne yapıyorsunuz? Bu sene 8 yıl ortalaması girdi, 8 yılın ortalamasını alıyorsunuz, bunun ortalamasından aylık bağlıyorsunuz. Evveliyatında çok cüzi, asgariden ödenmiş bir kimse ile kamuda çalışmış toplusözleşmelerle aylığı buradan itibaren artarak gelmiş, son yılda bununlaeşit olmuş bir kimse ile ikisi aynı miktarda aylık alıyor. İşte eşitlik yok, nimet külfet dediğimiz kısım bu. Nimet külfet dengesinin de sağlanması gerekecek.

Bunları düzeltmek için ne yapmak lazım? Bunları düzeltmek için şunu dedim: Evet kamu yönetecek bunu, ama kamunun dışında müdahale etmemek gerekir Sosyal Sigortalar Kurumuna ve o zaman ne yapacaksınız? O zaman benim her zaman düşündüğüm bir sistem vardır, Sosyal Sigorta Meclisi denilen bir meclis kuracaksınız parlamentonun, yani Büyük Millet Meclisinin dışında. Bu meclisi kaç kişiyle oluşturursanız oluşturun, diyelim kı 20 kişiden oluşacak bir meclis kuracaksınız. Bu meclisin esas sahipleri olan, sigortanın esas sahipleri olan işçi, işveren diyelim ki 5’er kişiyle girecek, o 5’er kişinin dışında aslında devleti hiç sokmayacaksınız benim kanımca, ama haydi sokalım, bir de devlet diyelim, geriye kalan 8 kişiyi, bu işleri bilen üniversiteden istatistik, sosyal güvenlik, matematik profesörlerinden oluşturacaksınız. Yani sağlam hesaplar oluşturacaksınız ve bunların çıkardığı bu hesaplara göre yasayı yeni baştan -Turan Yazgan hoca vardır yıllar önce söyledi bunu bende tekrarlıyorum- düzenleyeceksiniz, bu yasayı sil baştan edeceksiniz ve devleti katmadan. Ne yapıyor devlet? Devlet, oy almak için yasayla istedikleri gibi oynuyorlar.

Bir anımı hatırlatacağım: Türk-İş’te uzman olarak çalışırken, Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda görevlendirildim Büyük Millet Meclisinde. Basında çalışanların yasası görüşülüyor, yüzde 25 hizmet zammı gelecek, yüzde 2 prim ilave edilecek. Orada tasan görüşüldü herkes bir şeyler söyledi. Komisyon Başkanı işçi milletvekili Sabri Tığl idi. “Tekman sen ne istiyorsun buna?” dedi. Ben, “bu yasaya karşıyız, geri alınsın” dedim. Basın mensupları da var, herkes bana bakıyor. Türk-İş‘in temsilcisi, işçinin lehine gelen bir yasayı istemiyor, “geri alınsın” diyor. Herkes bana baktı, ben şununla devam ettim, “bu yasa geri alınsın, mevzuatımızda ağır ve yıpratıcı işler diye bir işler var; o işlerin hepsine getirilsin, yalnız basma değil, işin ağırlık oranında getirilsin, ama hepsine getirilsin” dedim ve o zaman Sabri Tığlı “yok, biz basından korkarız” dedi. Arkasından da “şaka” dedi, ama her şakanın altında da bir hakikat gizli. Şimdi ne yapıldı? Yüzde 20 olan oran yüzde 22‘ye çıkarıldı. Artış oranı yüzde 10, buna karşılık yüzde 25 hizmet veriyorsunuz. Dengesiz; ama işte politika bunu yapıyor, politika bunu çıkarıyor. Bu çıktı, basın çıktı, ondan sonra Sadık Şıde Bakan oldu, şimdi o da kendi gurubunu koruyacak. Onun zamanında bir teklif geldi, şeker fabrikalarında çalışanlara hizmet yıpranması geldi. Ondan sonra ne oldu? Emin Kul geldi -denizci- denizde çalışanlara hizmet yıpranması geldi. Bakın, politikacılar hep kendilerine göre yontuyorlar, genel durumu hiç bir zaman değerlendirmiyorlar. İşte bunlar ne yapıyor? Sigortayı yıpratıyor.

Başka sakat taraflarından biri: Münavebeli işler vardır: Türkiye Kömür İşletmeleri Zonguldak’ta ve diğer ocaklarda da işler münavebelidir. İşçi orada bir ay çalışır, bir ay köyüne gider; ciğerlerini temizleyecek ve bunlar çalıştıkları aylarda prim öderler. Köyde ödemez, gelir tekrar çalışır, bu şekilde devam eder gider… Aylık bağlayacağınız zaman, siz bunun, bu 6 aylık kazancını 1 yıllık olarak alırsınız, iki katına çıkarırsınız; burada da bir haksızlık yapıyorsunuz ve dengeyi bozuyorsunuz. Bu adam nasıl geçinsin? Bu 1 aylık parayla öbür ayda nasıl geçiniyorsa, aylık verdiğim zaman da aynı şekilde geçinsin. Bu adam öyle geçinmiyor gidiyor, dışarıda çalışıyor. O zaman dışarıda çalışırken de primini ödemeye devam etsin, yoksa dengeleri bozuyoruz.

Şimdi, Cumhuriyet Gazetesi 31 Aralık Salı “SSK’da aylık şişiriliyor. Uluslararası Çalışma Örgütünün Mart 96‘da, Türkiye’deki Sosyal Sigortalar Sistemiyle ilgili hazırladığı raporda Türkiye’nin mevcut ekonomisinin sıkıntılarının devam etmesi halinde bile, 2 000 yılındaki ödemeler açığının 182, 3 trilyon olacağı açıklamasına karşın Çalışma Bakanlığının yetkilileri tarafından hesaplanan resmen açıklamayan rakamlara göre 1997 yılı açığı 182,3 trilyon idi. 374,9 trilyon olarak gösterilmiştir.” Deniliyor. Niye yapılıyor bu? Bunun niyesini de aşağıda cevaplandırmak istemiş: “Ödemeler açığının kısıtlı olarak büyütülerek daha sonraki aşamada SSK’nın özelleştirilmesi için haklı zemin yaratmak için yapıyor” diye yazılıyor. Özelleştirelim Sosyal Sigortaları, atalım başımızdan; o zaman ne olacak? O zaman şu olacak: Herhalde özelleştirilince, alman prim bu oranda kalmayacak. Alan sigorta yüzde 25 ile çalışacaksa, bugünkü yüzde 20’lik prim neye çıkacaktır? Yüzde 25’e çıkacaktır. Herhalde bu kurumu alan hiçbir kimse, babasının hayrı için o işlerle uğraşmayacaktır.

Bir politikacının örneği -Kanal 3’ü seyrettiyseniz, ama sız okulda oluyorsunuz herhalde- “2.5 dolara günlüğü emeklilik getiriyoruz” diyor. Her hafta gelir kaynakları yaratıyor ve “onun içerisine koyduk” diye getiriyor. Gene, Parlamento da Emin Kul şunu söylüyor: -hakikaten enteresan- Sosyal güvenliğin hiçbir şartlarına uymayan şekilde prim alınacak, ölülerden para alınıyor” diyor. Hakikaten ölülerden para alınacak; olacak iş değil bunlar ama maalesef oluyor.

Sosyal Sigortaların bir sıkıntısı primden dolayı şu: Başlangıçta dedim ki 1.4.1975’e kadar geçici maddelerle ve bir de kadın sigortalıların 20 yılı doldurmaları halinde aylık almaları için o -zaman ödeme fazla değildi. Ne oluyordu biriken paralar? Devamlı birikiyordu, ama ne yapılmadı? İyi değerlendirilmedi, o paralar bu şeyin içerisinde gitti. Ve bir toplantıda Sadık Şile’nin Bakan olduğu dönemde “nasıl değerlendirsek SSK’nın primlerini?” diye konuşuluyor. Ben dedim ki “Sosyal Sigortaların anık değerlendirilecek parası yok. Toplayacaksınız, dağıtacaksınız; sistem budur” bitti. Sosyal Sigortalar 1.4.1950’den 1.4.1975’e kadar birikenini değerlendirecekti, onu da değerlendiremedi, kaçtı gitti. Başka ülkeler bunu değerlendiriyorlar; en bariz bir örneği İngiltere. İngiltere’de sosyal sigortalar, İngiltere PTT’sine ortak, oradan gelir sağlıyor.

Sosyal Sigortalar alacağını alamaz, kimse para ödemek istemez ve bunların içerisinde en büyük borçlular da kimlerdir? Kamudur, belediyelerdir, KİT’lerdir; bunlar ödemezler. Türk- İş’te bulunduğum zaman Alman sendikalarıyla bir çalışmamızda merak ettim, Almanya’da da bu şekilde alacak, günü geçmiş primler ne kadar vardır diye ‘yoktur, hiçbir şey yoktur, günü gününe ödenir primler” dediler. “Peki yasanız da bir hüküm var mı?” dedim. Bizim yasamızda da hüküm vardır, ama adam onu vermeye razı; çünkü daha yüksek faizle para alıncaya kadar, o parayı işletiyor. “Bizim yasamızda hüküm vardır” dediler. “Peki, onun lütfen verir misiniz bir fotokopisini” dedim, verdiler. Ben lisan bilmem, tercüman arkadaş var, onunla aldık ve bir fotokopisini de koyarak Türk-İş bir dergi çıkarır aylık. Orada çalıştığım sürece her nüshasında bir yazım çıkardı o zaman yazdım şunu: -yazının ortasından gireceğim- “Sosyal Sigortalar Kurumu İstanbul Eğitim merkezinde 31.1.1975 günü düzenlenen konferansta konuşan Federal Almanya Sosyal Sigortalar Kurumu İş İdaresi uzmanlarından Doktor Frish Rohanbah, Alman Sosyal Sigortalar sistemiyle ilgili konuşmasının bir yerinde “prim, ait olduğu ay içerisinde yatırılmasa 6 aya kadar hapis ve birkaç bin marklık para cezası vardır. Primlerin Almanya’da ait olduğu ay içerisinde ödenememesi çok nadir bir durumdur” ifadesini kullanıyor. Konuyu bir kere Alman Sendikaları Birliği uzmanlarından araştırdığımızda, Sosyal Sigortalar Kanunun 1428 inci maddesinin, İşçi Sigortaları Kanunun 150-15 l’nci maddelerinin bu duruma ilgili hükümleri taşıdığı ifade edildi. “Federal Almanya İşçi Sigortaları Kanunun kılısh avg’nin klişesi verilen 150’ci maddesi, sigorta primi kesilmiş işverenin, bu primleri, sigorta merciine göndermemesi halinde 5 yıla kadar hapis ve muhtelif para cezasına çarptırılacağı, ayrıca 151’nci maddesinde de, sigorta primi kesip Sigortaya göndermeyen işverene de 10 000 DM para cezasına çarptırılacağı ifade edildi ve arkasında da şunu söylediler: Bu madde hiç

uygulanmaz bizde” dediler. Ve bende bu yazımı bizde de bir gün çıkarda bizde de hiç uygulanmaz diye bitirdim. Ama siz hapis etseniz, koyacak yeniniz kalmadı, bizim hapishaneler dolu, yeni binalar yapmanız lazım. Şöyle bir yasa çıkmaz; çünkü Parlamentodakılerin her birinin bir uçtan Sosyal Sigortalar Kurumuna borcu vardır. Benim bu kısa zaman içerisinde söyleyeceklerim bunlar. Sizin sorularınız varsa cevaplandırmaya gayret edeyim.

SORU- Birkaç gün önce Türk-İş Genel Sekreterinin bir açıklaması vardı, mezarda emekli olmak istemediklerini yönelik. Emeklilik yaşının 50-55 olmasını yüksek buluyorlarmış.

Sizin de anlattıklarınız dışında ve diyoruz ki emeklilik yaşı azaldıkça, emekli olan insanlar artıkça, dağıtım sistemi zora gelecek. Türk-İş bunun bilincinde değil; yani insanlar ancak emekli olduktan sonra bunun farkına varıyor, yorumunuza alabilir miyim?

OSMAN NURİ TEKMAN- Demin söylediğin Ezgi Özgü bey’in konuştuklarını söylüyorum. Tabiî o gün onlar öyleydi, farkında değillerdi belki veya oy peşindeydiler. Onların da seçimleri var biliyorsunuz; şube seçimleri var, şube seçimlerinden gelecekler genel kurula, genel kurulda da Türk-İş yönetimine girmek için seçimleri var; orada da oy kaygısı var. onun için ben, oy kaygısından tamamen uzaklaştırılmak için şöyle bir meclisin -bu artık yirmi mi artık otuz mu artık- çıkarmasını ve bunların düzenleyeceği yasada meclisin büyük ölçüde değişiklik yapamayacağını söyledim. Biliyor musunuz bilmiyorum? 5430 sayılı Emekli Sandığı Kanunu var, zannederim 100 maddesi bir hükmü vardır onun; “bu Kanunun maddeleri, bu Kanunun dışında bir kanunla değiştirilemez” diye bir hüküm vardı, ama ne oldu o hüküm? Gitti; başka şeylerin içerisinde uzunca bir şey sokuyorlar ve çıkarıyorlar.

SORU: Hocam, mevzuatımızda şu anda 5 000 gün 25 yıl erkekler için emekli olabilmesi için prim alabilmesi için. Peki hocam, şu anda bir mantıksızlık olmuyor mu? Şöyle bir şey: 5 000 gün tam 13 yıl, 10 ay, 20 güne tekabül ediyor. Ben mesela, 13 yıl prim yatırdıktan sonra diğer 12 yıllık prim yatırmam mesela bu bir sigortasızlığa teşvik etmiyor mu?

OSMAN NURİ TEKMAN- İşte onu diyorum ben; bir bu tarafı var, bir de aylık alırken son yıllarda dengeleyip başkasının devamlı ödediği primden daha az prim ödemesine rağmen daha az ödeyip onunla eşit aylık almanız var. Yani demin verdiğim bir misal vardı: Biri 13 yıl 10 ay 20 gün çalışıyor, 25 yılın dolmasını bekliyor, öbürü kamuda çalışmış, hiç ayrılık olmamış, hep devamlı kamudaki toplusözleşmelerle artan ücret üzerinden prim ödemiş, ama 8 yıllarına bakıyorsunuz, ikisine de aynı kazancı esas alarak aylık bağlıyoruz. Yalnız ne olur? Burada doldurduğu için şuradaki kazançta hiç nazarı itibara almıyoruz. Halbuki siz, burayı da kaydırırsanız, yani demin söylediğim şu ücretleri günün koşullarına eşitleyerek bir toplam alıp da tümünden bir aylık hesaplarsanız, o zaman nimet eşit külfet denilen dengeyi sağlamış olursunuz, aksi halde haksızlık ediyorsunuz. Şimdi işverenler şunu yapabiliyorlar; “Yahu arkadaş bak, şimdi az gösterelim, emekliliğin yaklaştığı zaman çoğaltırız” diyorlar ve kaçırıyorlar, kaçıranlar var; bunu resmen yapanlar var.

HASAN ÇEVİK- Artık SSK’nın bu topladığı primlerin bir gelir elde etmesi mümkün olmadığını ancak dağıtabileceğini söylediniz. Fakat kamunun da bir görevi bu sistemi ayakta tutmak; ilkeler açısından onu da belirtmiştik. Kamu, örneğin birçok sektörü korumak için ya da bir alanı korumak için finansman katkı sağlayabiliyor. Finansmana katkıda bulunabilecek yapıları oluşturmak; yani direkt değil de, bir mekanizma oluşturacak. Örneğin, direkt olarak bir kuruma ortak etmek gibi.

OSMAN NURİ TEKMAN- 1975’e olan dönemde onu yapmak lazımdı, yapılmamış; bugünden itibaren bu yapmaya imkânınız yok, paranız yok elinizde.

HASAN ÇEVİK- Devlet veriyor, siz para almıyorsunuz.

OSMAN NURİ TEKMAN- Devlet katkısı diyorsunuz. Bakın, şunu söyleyeyim, devlet katkısı şöyle: Bu primle karşılanır şu iş veya devlet bunu karşılar veya hem prim ödersiniz hem devlet karşılar; yani sizin dediğiniz devlet desteği karşılar. Ben, devamlı devletin karışmasına karşı olmuşumdur, zira devlet karşıladığı anda, devlet elini de oraya sokacaktır, “benim burada param var hesabına ben de iştirak edeceğim” diyecetir; o nedenle ben karşıyımdır. Olmaz mı? Olur, hiç prim almazsınız bu da olur, devlet tamamını karşılar, ama ne zaman karşılaması lazım devletin? Eğer ülkede herkese sosyal güvenlik çatısı altına soktuysanız ve tek çatı yaptıysanız, evet. Zira o para nedir aslında, devletin nereden geliri var? Vergilerden. Suudi Arabistan gibi yerden çıkan paramız yok bizim. Devlet alacak, ama bu parayı sizden vergi olarak alacak veya prim olacak; ikisi arasında bir fark yok; neticede emekten çıkan yaratılmış bir şey. Bakıyoruz ülkelere -böyle bir soruyla karşılaşabilirim diye- Almanya’da ücretlilerin bir kısmına katkıda bulunuyor devlet. Amerika, 1968 yılından önce 72’sini doldurmuş olanların aylıkların tamamını ödüyor, ama daha var mı yaşayan bilemem. Avustralya tamamını ödüyor, ne işçiden, ne işverenden prim almıyor, tamamını devlet karşılıyor. Ama o ülkede tamamı nedir? Bütün millet sigortalıdır. Siz ona prim demiyorsunuz da, devlet olarak veya vergi olarak alıyorsunuz; aynı şey, değişen bir şey yok. Bütün problem, o paranın nereden çıktığıdır. O para emeğinizle, bağladığınız, yarattığınız unsurdan çıkıyor.

SORU- Peki, şimdi SSK gayrimenkullerin satsa, prim alacaklarını tahsil etse ya da kaçak statüde çalışan işçileri sigorta kapsamına alsa; yani bu üç seçeneği ayrı ayrı değerlendirebilir misiniz, finansmanını karşılayabilir misiniz?

OSMAN NURİ TEKMAN- Evvela “kaçak sigortalı” diyorsunuz İkincisi “gayri menkullerim satmak” üçüncü olarak da “prim alacakları” diyorsunuz. Prim alacakları için devlet bir Tahkim Kanunu diye bir kanun çıkardı, iki defa çıkardı zannediyorum. Nedir bu tahkim? “Belediyelerin borçlarını bugüne kadar ben üstlendim. Bundan sonrakini belediye ödeyecek” diyor. Belediyenin gene ödediği yok, birikiyor. Bunu yapamıyor devlet, gayrimenkullerini satar, satarsanız, zaten gayri menkulleri büyük bir kira da getirmiyor. Çünkü bir vermişiniz ucuz; bir zamanlar pikniklerin filan olduğu bina, “piknik han” diyorlar. Şimdi, galiba dolar karşılığı verildi, öbürleri Türk Lirası ile kiraya verildi; gelen bir şey yok, büyük bir şey yok.

Kaçak sigortalıya gelince, sigortada en büyük zayıf noktada bu nasıl kaçıyor? Öyle kaçırılıyor ki, sigorta yasanızda hüküm koymuşsunuz, demişsiniz ki, “sigortalı olarak çalışmaya başlattığınız kişiyi bir ay içinde bildireceksiniz” Bir aylık bir süre vermişsiniz işverene. İşveren bir aylık süresi olduğu için bildirmiyor, kaçak çalıştırdığını nasıl tespit edeceksiniz? Tespit edemiyorsunuz. İş kazası oldu, sigortaya bildirilmemiş, bir kaza olduğu için mecburi gideceksiniz, sigortanın eli gitti, kolu gitti. O zaman ne yapıyorsunuz? Üç gün evvelki tarihle bugün işe giriş bildirgesi veriyorsunuz. Bunun için önerim şuydu benim, vaktiyle yaptık biz bu öneriyi: Sigortalı, sigortalanan adam, işyerinin kapısının içinden girmeyecek; yani müfettiş geldiği zaman “efendim ben daha dün geldim, benim bir ayım var” demeyecek, patron da diyemeyecek, işçi de diyemeyecek bunu. Sigortalı olup girecek içeriye, kaçağı önleyeceksiniz ve çok enteresan bir tarafı var -işçilere özellikle söylediğim bir şeydir- bu ölüm sigortasında insanların ne zaman öleceği belli değil, sigortalı işe başladı, ölüm sigortasından faydalanabilmesi için beş yıl sigortalı kalmış olması gerekir; yani ilk sigortalı olduğu günle ölüm tarihi arasında tam beş yıl geçmiş olması lazım. Bir de bunun yanında 1 800 gün, hatta bazı hallerde 900 gün bile yetiyor; prim ödemiş olması lazım. Onun için “daha ben gencim demeyiniz, ölümün ne zaman kime geleceği belli olmadığı için gençliğinize dayanmayınız, muhakkak sigorta ettiriniz kendinizi. İşverene deyiniz ki ‘bir aylık süre geçti, arkadaş, artık ben sigortasız çalışmam’ deyiniz” diyorum. Bunu demek kolay benim için, çok kolay. Ben üç ayda bir maaşımı alıyorum. Ama o bilmem ne kadar işsizin olduğu bir yerde bunu söyleyemiyor, öyle dediği anda kapıyı gösteriyor işveren, orada sırada bekliyor millet işe girebilmek için. Bu biraz zor onun için; O nedenle “ilk işe girdiğinizde sigortalı yaptıracaksınız, müfettiş geldiği zaman da, bir aylık süreden istifade edip “bu daha dün işe başladı” diyemeyektir” diyorum.

SORU- Peki, SSK’nın denetimi yetersiz. Şu anda bunun için ne yapılıyor, müfettişler çoğaltılıyor mu?

OSMAN NURİ TEKMAN- İşyerlerinde müfettişleri çoğaltın, ama bunun içerisinde öyle oyunlar dönüyor ki, bu işsizlik var ya büyük çapta işsizlik; işveren diyor ki “buraya gelen gidenler var, ama gelen gidenlerin içerisinde biri geldiği zaman ben bir ıslak çalsam şu şu arkadaşlar hemen toz olup kaybolur” diyor. Çünkü bunlar sigortasızlar ve hemen kayboluyorlar. Kendileri de aciz ve çıkıp da “bizi bu adam sigortasız çalıştırıyor” diyemiyorlar bu işsizliğin sonucu

KÂZIM COŞKUN- Sosyal Sigortalar Kurumuna yönetsel ve malî bakımdan devletin sağlayacağı destek ya da müdahalenin, devletin katılımının çerçevesi nasıl olmalıdır?

İkincisi de, sizin görev yaptığınız dönemde, devletin bu tip müdahalelerine karşı alınan önlemler var mıydı, ya da neler yapıldı?”

OSMAN NURİ TEKMAN- Şimdi devlet başta yasanın içerisinde müdahale ediyor. Toplanan primlerin nereye sarf edileceğini o tespit etmiş; bir kere bunun kalkması lazım. Ben şunu söylerim ve burada da üzerinde ısrarla durdum: Devlet tamamen dışarıda olmalı. Şu meclis diye söylediğim şeyin içerisinde dahi devletten kimseyi sokmayacaksınız; kendi kendinize kuracaksınız. Yalnız devlet bunu kontrol edecek işte suiistimal var mı, şu var mı, bu var mı diye, yani bir banker olayı çıkmasın diye onu kontrol edeceksiniz; o kadar.

Evet hep erkek arkadaşlar çıkınca Sosyal Sigortalarla ilgili işlerde çalışacaklar, hanım arkadaşların o tarakta bezi yok.

İyi akşamlar arkadaşlar. (Alkışlar)

Diğer Yazılar